Derleyen: Şahin KARATAŞ
Halvetiyye-Şâbâniyye tarikatinin Çerkeşiyye kolunun kurucusu.
Âriflerin kutbu, erenlerin delili, Şeyh Hacı Mustafa Çerkeşî Hazretleri Çankırı’nın
Çerkeş ilçesinde 1743 yılında doğdu. Babası Hacı Ali, dedesi Vehbi Sultan’dır. Vehbi
Sultan’ın Horasan’dan göçmen olarak gelip, Çerkeş’e yerleştiği rivayet edilir. Vehbi Sultan’ın
türbesi Çerkeş yakınlarındaki mezarlıktadır.
Çerkeşi’nin müridi olduğu tespit edilen Âkif Paşa’nın bir manzumesinden hareketle
şeyh’in doğum ve ölüm tarihleri belirlenmiştir. Ârif Paşa bu manzumesinde şeyhinin yetmiş
üç yaşında öldüğünü söyler ve tarih olarak, “Hû deyip firdevs-i vasla erdi pîrim Mustafa”
mısrasını kaydeder. Bu mısradan şeyhin 1229’da vefat ettiği ve yetmiş üç yıl yaşadığına göre
1156’da (1743) doğduğu anlaşılmaktadır. Şeyhin türbesi Çerkeş’te kendi adıyla anılan
caminin içindedir.
Çerkeşi Mustafa Efendi, Safranbolu (Karabük)’ya bağlı büyükçe bir köy olan Zora’da
yetişen Halveti – Şâbâni şeyhlerinden Şeyh Mehmed Efendi’ye intisap etmiş ve ondan hilâfet
almıştır. Baş tarafında, ulemâ ile tarikat mensupları arasındaki ihtilâfın mahiyeti ve çözüm
yolları hakkında devrin padişahı tarafından yönetilen sorulara cevap olarak kaleme alındığı
kaydedilen Risâle fi tahkiki’t – tasavvuf adlı birkaç sayfalık Türkçe risâlesinden Çerkeşi
Mustafa Efendi’nin şöhretinin İstanbul’da saraya kadar ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır.
Risâlede söz konusu padişah muhtemelen II. Mahmud’dur. Nitekim bazı kaynaklarda
risâlenin II. Mahmud’un emriyle yazıldığı kaydedilmiştir. Çerkeşi Mustafa Efendi’nin bir süre
İstanbul’da ikamet ettiği görüşü, risâlenin başında padişaha gönderildiği açıkça
kaydedildiğine göre bir varsayımdan ibarettir. Ayrıca İstanbul’daki ulemâ ve meşâyihe de
sorulup sorulmadığı şimdilik tespit edilmeyen bu soruların cevabının Çerkeşî Mustafa
Efendi’den istenmesi, onun ilim ve irfanının seviyesi, şöhretinin yaygınlığını göstermesi
açısından son derece önemlidir.
Çerkeşî Mustafa Efendi bu risâlede tasavvuf tarihi açısından dikkate değer önemli
tespitlerde bulunur. Ona göre tarikat mensuplarının ulaşmaya çalıştıkları tasavvuf yolu
fiil,sıfat ve zât tecellileri(tecelli-i ef’âl, tecelli-i sıfât,tecelli-i zât ) olarak tanımlanan üç halden
ibarettir.Bu üç tecelliye mazhar olanlar zâhiren üç bâtıl fıkra mensuplarına (Cebriye
,Hulûliyye, İttihâdiyye) benzerler.Fiil tecellileri sahipleri Cebriye,sıfat ve zât tecellileri
sahipleri ise Hulûliyye ve ittihâdiyye mensuplarına benzetilebilirler.Ancak bu üç halin
kendilerinde tecelli ettiği sûfilerin cebir,hulûl ve ittihad fikirleriyle hiçbir ilgisi yoktur.Sûfileri
bu bâtıl fırka mensuplarından ayırt etmenin temel ölçüsü şeriat-ı Muhammediyye’dir.Şeriattan
ayrılmamak şartıyla yukarıdaki üç hâl ve makamın kendisi üzerindeki tecellilerinden
bahseden sûfinin sözleri ilâhi sır ve hikmetlerden ibarettir;ondan zuhur eden olağanüstü hâller
ise kerâmettir.Ancak kerâmet göstermek Allah,peygamber ve mürşid katında makbul
değildir;çünkü edebe aykırıdır.Şeriata aykırı en ufak bir harekette bulunan sûfi sapıktır;sözleri
ilhâd, İfsat,ondan zuhur eden hâller sihir ve istidrâc dır.
Risâlenin daha sonraki satırları,şeyhten Melâmiler’le ilgili görüşünün de sorulduğu
kanaatini vermektedir.Çerkeşi Mustafa Efendi,halkın ve anlayışsız zâhir ulemâsının hakikatini
kavramaktan âciz oldukları, zâhiren şeriata aykırı sözler söyleyen ve bazı davranışlarda
bulunan Melâmi büyüklerinin dikkatle incelendiğinde şeriata ters düşen hiçbir hallerinin
olmadığını söyler.Ona göre hallerini gizlemeyi sevdiklerinden şeriatın zâhirine aykırı gibi
görünen söz ve davranışlarla kendilerini halkın ilgi odağı olmaktan çıkarmayı tercih eden
Melâmiler kâmil insanlardır; fakat emâle erdirici değildirler. Kendileri “râşid” olup “mürşid”
olamazlar. Onlardan dua istemek ve irşad talep etmek doğru değildir. Çünkü tâlibi şüpheye
sevkedebilirler.
Halbuki irşad tâlibi şüpheye düşürmek değil, aksine şüphelerini gidermektir. İrşad,
Allah’ın kulunu kendine cezbedip kemâle eriştirdikten sonra tekrar beşeriyet makamına
döndürmesidir. Mürşid,kâfiri küfürden imana,halkı mâsiyetten ibadete,havassı ise mâsivâdan
ilâhi vuslata davet etmekle Allah’ın görevlendirdiği ve bu konuda kendisine halifelik verdiği
kişidir.Peygamberler de birer mürşiddir.Eğer mürşid peygamber ise göreve “nübüvvet-i
ta’rifiyye”adı verilir.Peygamberler getirdikleri şeriatın hükümlerini ümmetleri üzerinde
uygulamakla yükümlü oldukları gibi mürşidlerde zikir, evrâd, halvet gibi tarikatlarının
gereklerini müridlerine uygulamakla görevlidirler.Dinin koruyucusu olan ulemâdan nefret
edip sûfilik iddiasinda bulunmanın,tarikat ve şeriatı birbirinden farklı şeyler gibi göstermenin,
ulemâ ile meşâyihin üzerinde birleştikleri taat, riyâzet, mücâhede gibi hususları terk etmenin
sapıklık olduğunu söyleyen Çerkeşi Mustafa Efendi’ye göre ulemâ bu gibi sahte sûfilerle
gerçek sûfileri ayırt etme gayretini göstermeden aleyhlerinde birçok risâle kaleme almış,
sûfiler de onlara cevap vermişlerdir. Çerkeşi’nin bu konudaki son sözü şudur: Ulemâ ile
meşâyih arasındaki ihtilâf lafzîdir, aralarında mânada ve özde ihtilâf yoktur. Onun bu
uzlaştırıcı tavrı ulemâ üzerinde tesirini göstermiştir. Nitekim Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey ve
Şeyhülislâm Mehmed Sâdedin Efendi, devrin tanınmış âlimlerinden Mehmed Zihni
Efendi,kelâmcı Abdüllatif Harpûti onun tarikatına intisap etmişdir.
İslâm toplumunda tarih boyunca önemli bir problem teşkil eden şeriat-tasavvuf ilişkisi
konusunu inceleyip açık ve net bir şekilde ortaya koyan bu risâle birkaç defa basılmıştır.
Ayrıca bir levhaya sülüs hatla yazılarak türbesinin bulunduğu camiye asılmıştır. Risâle fi
tahkiki’t –tasavvuf Abdülkerim Abdülkadiroğlu tarafından yayınlanmıştır.
Çerkeşî Mustafa Efendi’nin Mehmed, Mesud ve Osman Vehbi adlı oğulları
kendisinden sonra irşad faaliyetlerini sürdürerek birçok mürid ve halife yetiştirmişlerdir.
Osman Vehbi Efendi’nin (ö.1277/1860) soyundan İstanbul’da Çerkeşizâdeler adı verilen bir
ulemâ ailesi meydana gelmiştir.
Babasının ölümünden sonra Ankara’ya yerleşerek şehrin tanınmış âlimlerinden biri
olan Osman Vehbi Efendi’yi II. Mahmud İstanbul’a davet etmiş ve kendisine İstanbul ruûs* u
verilmiştir. Çeşitli eserleri olan Osman Efendi’nin II. Mahmud için kaleme aldığı el-Hısnü’l-
hasin ve Tasrifâtü’l-Fârisiyye adlı iki kitabı basılmıştır.
Osman Vehbi Efendi’nin oğlu Mehmed Teyfik Efendi Beşiktaş, Halep,Çankırı ,Bursa,
Balıkesir ve Mısır’da mevleviyet görevlerinde bulunduktan sonra Medine kâdısı olmuş, daha
sonra Ankara’ya dönerek on iki yıl müderrislik yapmıştır. Üç yıl İstanbul kadılığı yaptıktan
sonra Rumeli kazaskerliği muavinliğine tayin edilmiş(1886), aynı yıl Meclis-i Meşâyih
Nezâreti reisi olmuş,1889’da Anadolu,ertesi yıl Rumeli kazaskeri pâyelerini almış ve
şeyhülislâmlığın Meclis-i Müellefât Encümeni başkanlığına tayin edilmiştir.Dedesi Çerkeşi
Mustafa Efendi’nin tarikatına mensup olan Tevfik Efendi vefatında (1893), bir Şâbâni-
Çerkeşi tekkesi olan Aksaray Sofular’daki Ekmel Dergâhı’nı defnedilmiştir. Mehmed Tevfik
Efendi’nin Gâyetü’l-beyân fi ilmi’l-mizân (İstanbul 1306), Hediyyetü’s- sıbyân(İstanbul
1308),Divançe(Mısır 1283), Kasâid-i Tevfik (Şam 1286,1304), Levâyihu’l-kudsiyye(İstanbul
1304), Behcetü’t-tarf fi ilmi’s-sarf (İstanbul 1308), Meziyet-i İslâmiyye(İstanbul 1306),
Miftâhu’l-akâid(İstanbul 1301),Şerh-i Akâid-i Nesefi Tercümesi’ndeki Hatalara Dair Risâle
(baskı yeri ve yılı yok) adlı eserleri basılmıştır.
Tevfik Efendi’nin oğlu Ahmed Muhtar Efendi nakibüleşraf*lık görevinde
bulunmuştur.Osman Vehbi Efendi’nin Mehmed Refi adlı oğlundan olan torunu Hâlid Bey (ö.
1934), Mekteb-i Hukuk’u bitirdikten sonra gittiği İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde
Türk dili ve edebiyatı hocalığı yapmış,edebiyat,tarih,dış politika,İktisat alanlarında dikkate
değer eserler yazmış önemli bir fikir adamıdır.
Çerkeşi Mustafa Efendi’nin tarikat silsilesi Zoralı Şeyh Mehmed,Mudurnulu Şeyh Abdullah
Rüşdü (ö.1141/1728-29),Şâbâniyye’nin Nasûhiyye kolunun kurucusu Şeyh Mehmed Nasûhi
Üsküdârî (ö.1130/1718),Karabaşiyye kolunun kurucusu Karabaş Veli
(ö.1097/1686)vasıtasıyla tarikatın pîri Şeyh Şâbân-ı Veli’ye(ö.976/1568)ulaşır.Şâbâniyye
mensuplarınca tarikatın ikinci kurucusu anlamında “pîr-i sâni” unvanıyla anılan Çerkeşî
Mustafa Efendi’nin on üç (Hüseyin Vassâf,IV,58)veya on bir (Eş’âr-ı el-Hâc Âkif Efendi,
s.28;Enderunlu Âli,vr. 4) halifesi olduğu kaydedilmektedir.Bunlardan ancak
altısının(Beypazarlı Âli,Geredeli Halil,Mustafa Safi,Semerci Şeyh İbrâhim,Tiritzâde
Hüseyin,Ahmed Nûri Baba) adı ve kimliği tesbit edilebilmiştir.Halifelerin faaliyetleri sonucu
Çerkeşiyye tarikatı Batı Karadeniz,başta Ankara ve çevresi olmak üzere Orta
Anadolu,İstanbul ve Balkanlar’da yaygınlık kazanmıştır.
Çerkeşiyye’den Beypazarlı Ali Efendi’nin halifesi Kuşadalı İbrâhim ile Geredeli Halil
Efendi’ye nisbet edilen İbrâhimiyye ve Hâliliyye adlı iki şübe meydana geldiği söylenirse de
bunlardan ancak ilki bir kol olarak kabul edilir. Çerkeşi’nin emrine uyarak ölümünün hemen
ardından İstanbul’a giden ve Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi tarafından
Fındıkzade’deki Beşikçizâde Dergâhı şeyhliğine tayin edilen Beypazarlı Ali Efendi’nin
(ö.1234/1819)yetiştirdiği tek halife olan Kuşadalı İbrâhim Efendi (ö.1262/1846)
tekke,taç,hırka gibi tarikatlara ait geleneksel unsurları reddeden fikir ve uygulamalarıyla Türk
tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir.Tarikata Melâmeti bir hüviyet kazandıran
Kuşadalı’nın Mehmed Tevfik Bosnevi ile (ö. 1283/1866) devam eden silsilesi, “Fâtih
türbedarı”diye meşhur olan Ahmed Amiş Efendi (ö. 1920) vasıtasıyla günümüze kadar
ulaşmıştır.
Çerkeşi’nin diğer tanınmış halifesi ümmî bir zat olan Geredeli Halil Efendi’dir.Şeyh Halil
Efendi II.Mahmud tarafından İstanbul’a davet edilmiş, amellerin niyetlere göre olduğunu
ifade eden hadise verdiği mânalar padişahı ve huzurda bulunanları hayrete düşürmüş,büyük
iltifat ve takdire mazhar olmuştur.Gerede’de vefat eden Halil Efendi’nin türbesi Aşağı Tekke
Camii’nin bahçesindedir.
Geredeli Halil Efendi’nin halifelerinden Ömer Fuâdi (ö.1274/1857),İstanbul’da Sofular
Ekmel Dergâhı’nda uzun yıllar şeyhlik görevinde bulunmuştur.Devrin iki şeyhülislâmı Ârif
Hikmet ve Mehmed Sâdeddin Efendilerin kendisine intisap etmeleri,Ömer Fuâdi Efendi ve
Şâbâniyye-Çerkeşiyye’nin ulemâ üzerindeki tesirini göstermesi bakımından
önemlidir.Vefatından sonra makamına oğulları Abdullah Rüşdü (ö.1299/1882)ve Yâkup Sıdkı
(ö.1319/1901)geçmiş,Yâkup Efendi’nin ölümünden sonra dergâh oğlu Yûsuf Selâhaddin ile
Abdullah Rüşdü’nün oğlu Mustafa Siret efendiler tarafından yönetilmiştır.Daha sonra
Üsküdar’daki Atik Vâlide Şâbâni dergâhına tayin edilen Mustafa Siret Efendi,Meclis-i
Meşâyih âzası olarak da görev yapmıştır.
Geredeli Halil Efendi’nin diğer halifesi Yazıköylü Emin Efendi,bugün Bulgaristan sınırları
içinde kalan Nevrekop’a giderek irşad faaliyetinde bulunmuştur.Emin Efendi’nin Mir’âtü’l-
âşıkin adlı eseri basılmıştır.Halifesi Nevrekoplu Ahmed Efendi’nin burada açtığı dergâh
Balkan Harbi’nde Bulgarlar tarafından yakılmıştır.
Diyarbekirli Hacı Mustafa Safi Efendi’yi (ö.1263//1847), Hüseyin Vassaf Geredeli Halil’in
halifesi olarak gösterir.Ancak Safî Efendi hakkında bir menâkıbnâme yazan İbrahim Hilmi
onun aslında Çerkeşî Mustafa Efendi’nin halifesi olduğunu söyler.Safi Efendi’nin halifesi
Geredeli Saatçi Abdullah Efendi’nin müridi Halil Rahmi Efendi(ö.1284/1867), uzun yıllar
Divân-ı Hümâyun Kalemi’nde görev yapan Necip Efendi’nin (ö. 1307/1890) şeyhidir.Necip
Efendi Aksaray’daki irşad faaliyetini sürdürmüş,devrin tanınmış âlimleri Mehmed Zihni
Efendi ve Abdüllatif Harpûti kendisine mürid olmuşlardır.Oğlu Fahri Efendi Kanlıca’daki
Atâullah Dergâhı’nda şeyhlik yapmıştır.
Sultanahmet’teki Sokullu Mehmed Paşa Dergâhı Şeyhi Hüseyin Efendi’nin oğlu olan Şeyh
Mustafa Hulûsi Efendi de (ö. 1299/1882) Geredeli Halil’in halifelerindendir.Halil Efendi
İstanbul’a geldiğinde kendisine intisap ederek onunla birlikte Gerede’ye gitmiş, sulûkünü
tamamladıktan sonra babasından boşalan dergâhın şeyhliğine tayin edilmiştir.Ölümünden
sonra makamına oturan oğlu Hayrullah Efendi’den birkaç ay sonra vefat etmesi üzerine
dergâhta irşad faaliyeti diğer oğlu Âtâullah Efendi (ö.1308/1890-91) tarafından
sürdürülmüştür.Atâullah Efendi’den sonra yerine,halifesi Beykozlu Ahmed Efendi’den icâzet
alan oğlu Mehmed Nidâi Efendi şeyh olmuştur.
Halil Efendi’nin Kütahyalı Şeyh Salih Efendi adlı halifesi vasıtasıyla devam eden diğer bir
silsilesi günümüze ulaşmıştır.
Çerkeşi Mustafa Efendi’nin bir halifesi de İstanbul Zeyrek’te Kilise Camii yanındaki
Akşemseddin Dergâhı Şeyhi “Semerci Şeyh” diye anılan İbrâhım
Efendi’dir.(ö.1247/1831).Onun vefatından sonra bu dergâhta halifesi Şeyh Halil
Efendi(ö.1274/1858) ile bu zatın oğlu ve adaşı Halil Efendi(ö.1333/1915)görev yapmışlardır.
Kaynaklarda adı geçmeyen diğer bir Çerkeşi halifesi de Ankaralı Tiritzâde Hüseyin
Efendi’dir. Madde yazarının bir şâbânı şeyhinin elinde bizzat gördüğü Şâbâniyye
silsilenâmesinde Çerkeşi halifesi olduğu anlaşılan Hüseyin Efendi’nin silsilesi günümüze
kadar ulaşmış olup İstanbul ve Karadeniz bölgesinde mensupları bulunmaktadır.Çerkeşi
Mustafa Efendi’nin adı ve kimliği tesbit edilen son halifesi,Hacı Bayrâm-ı Veli soyundan
gelen şair Ahmed Nûri Baba’dır(ö.1263/1847). Şeyh Halil Baba’nın oğlu olan Ahmed Nûri
Baba,babasının ölümünden sonra Çerkeş’e giderek Mustafa Efendi’ye intisap etmiş ve onun
halifesi olmuş (Fâtih,s.420),ancak Melâtimetî tavra sahip olduğundan irşad faaliyetinde
bulunmamıştır.