Hz.PîR-İ SÂNİ MUSTAFA ÇERKEŞİ (k.s.) 1743-1814

Derleyen: Şahin KARATAŞ

Halvetiyye-Şâbâniyye tarikatinin Çerkeşiyye kolunun kurucusu.

Âriflerin kutbu, erenlerin delili, Şeyh Hacı Mustafa Çerkeşî Hazretleri Çankırı’nın

Çerkeş ilçesinde 1743 yılında doğdu. Babası Hacı Ali, dedesi Vehbi Sultan’dır. Vehbi

Sultan’ın Horasan’dan göçmen olarak gelip, Çerkeş’e yerleştiği rivayet edilir. Vehbi Sultan’ın

türbesi Çerkeş yakınlarındaki mezarlıktadır.

Çerkeşi’nin müridi olduğu tespit edilen Âkif Paşa’nın bir manzumesinden hareketle

şeyh’in doğum ve ölüm tarihleri belirlenmiştir. Ârif Paşa bu manzumesinde şeyhinin yetmiş

üç yaşında öldüğünü söyler ve tarih olarak, “Hû deyip firdevs-i vasla erdi pîrim Mustafa”

mısrasını kaydeder. Bu mısradan şeyhin 1229’da vefat ettiği ve yetmiş üç yıl yaşadığına göre

1156’da (1743) doğduğu anlaşılmaktadır. Şeyhin türbesi Çerkeş’te kendi adıyla anılan

caminin içindedir.

Çerkeşi Mustafa Efendi, Safranbolu (Karabük)’ya bağlı büyükçe bir köy olan Zora’da

yetişen Halveti – Şâbâni şeyhlerinden Şeyh Mehmed Efendi’ye intisap etmiş ve ondan hilâfet

almıştır. Baş tarafında, ulemâ ile tarikat mensupları arasındaki ihtilâfın mahiyeti ve çözüm

yolları hakkında devrin padişahı tarafından yönetilen sorulara cevap olarak kaleme alındığı

kaydedilen Risâle fi tahkiki’t – tasavvuf adlı birkaç sayfalık Türkçe risâlesinden Çerkeşi

Mustafa Efendi’nin şöhretinin İstanbul’da saraya kadar ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır.

Risâlede söz konusu padişah muhtemelen II. Mahmud’dur. Nitekim bazı kaynaklarda

risâlenin II. Mahmud’un emriyle yazıldığı kaydedilmiştir. Çerkeşi Mustafa Efendi’nin bir süre

İstanbul’da ikamet ettiği görüşü, risâlenin başında padişaha gönderildiği açıkça

kaydedildiğine göre bir varsayımdan ibarettir. Ayrıca İstanbul’daki ulemâ ve meşâyihe de

sorulup sorulmadığı şimdilik tespit edilmeyen bu soruların cevabının Çerkeşî Mustafa

Efendi’den istenmesi, onun ilim ve irfanının seviyesi, şöhretinin yaygınlığını göstermesi

açısından son derece önemlidir.

Çerkeşî Mustafa Efendi bu risâlede tasavvuf tarihi açısından dikkate değer önemli

tespitlerde bulunur. Ona göre tarikat mensuplarının ulaşmaya çalıştıkları tasavvuf yolu

fiil,sıfat ve zât tecellileri(tecelli-i ef’âl, tecelli-i sıfât,tecelli-i zât ) olarak tanımlanan üç halden

ibarettir.Bu üç tecelliye mazhar olanlar zâhiren üç bâtıl fıkra mensuplarına (Cebriye

,Hulûliyye, İttihâdiyye) benzerler.Fiil tecellileri sahipleri Cebriye,sıfat ve zât tecellileri

sahipleri ise Hulûliyye ve ittihâdiyye mensuplarına benzetilebilirler.Ancak bu üç halin

kendilerinde tecelli ettiği sûfilerin cebir,hulûl ve ittihad fikirleriyle hiçbir ilgisi yoktur.Sûfileri

bu bâtıl fırka mensuplarından ayırt etmenin temel ölçüsü şeriat-ı Muhammediyye’dir.Şeriattan

ayrılmamak şartıyla yukarıdaki üç hâl ve makamın kendisi üzerindeki tecellilerinden

bahseden sûfinin sözleri ilâhi sır ve hikmetlerden ibarettir;ondan zuhur eden olağanüstü hâller

ise kerâmettir.Ancak kerâmet göstermek Allah,peygamber ve mürşid katında makbul

değildir;çünkü edebe aykırıdır.Şeriata aykırı en ufak bir harekette bulunan sûfi sapıktır;sözleri

ilhâd, İfsat,ondan zuhur eden hâller sihir ve istidrâc dır.

Risâlenin daha sonraki satırları,şeyhten Melâmiler’le ilgili görüşünün de sorulduğu

kanaatini vermektedir.Çerkeşi Mustafa Efendi,halkın ve anlayışsız zâhir ulemâsının hakikatini

kavramaktan âciz oldukları, zâhiren şeriata aykırı sözler söyleyen ve bazı davranışlarda

bulunan Melâmi büyüklerinin dikkatle incelendiğinde şeriata ters düşen hiçbir hallerinin

olmadığını söyler.Ona göre hallerini gizlemeyi sevdiklerinden şeriatın zâhirine aykırı gibi

görünen söz ve davranışlarla kendilerini halkın ilgi odağı olmaktan çıkarmayı tercih eden

Melâmiler kâmil insanlardır; fakat emâle erdirici değildirler. Kendileri “râşid” olup “mürşid”

olamazlar. Onlardan dua istemek ve irşad talep etmek doğru değildir. Çünkü tâlibi şüpheye

sevkedebilirler.

Halbuki irşad tâlibi şüpheye düşürmek değil, aksine şüphelerini gidermektir. İrşad,

Allah’ın kulunu kendine cezbedip kemâle eriştirdikten sonra tekrar beşeriyet makamına

döndürmesidir. Mürşid,kâfiri küfürden imana,halkı mâsiyetten ibadete,havassı ise mâsivâdan

ilâhi vuslata davet etmekle Allah’ın görevlendirdiği ve bu konuda kendisine halifelik verdiği

kişidir.Peygamberler de birer mürşiddir.Eğer mürşid peygamber ise göreve “nübüvvet-i

ta’rifiyye”adı verilir.Peygamberler getirdikleri şeriatın hükümlerini ümmetleri üzerinde

uygulamakla yükümlü oldukları gibi mürşidlerde zikir, evrâd, halvet gibi tarikatlarının

gereklerini müridlerine uygulamakla görevlidirler.Dinin koruyucusu olan ulemâdan nefret

edip sûfilik iddiasinda bulunmanın,tarikat ve şeriatı birbirinden farklı şeyler gibi göstermenin,

ulemâ ile meşâyihin üzerinde birleştikleri taat, riyâzet, mücâhede gibi hususları terk etmenin

sapıklık olduğunu söyleyen Çerkeşi Mustafa Efendi’ye göre ulemâ bu gibi sahte sûfilerle

gerçek sûfileri ayırt etme gayretini göstermeden aleyhlerinde birçok risâle kaleme almış,

sûfiler de onlara cevap vermişlerdir. Çerkeşi’nin bu konudaki son sözü şudur: Ulemâ ile

meşâyih arasındaki ihtilâf lafzîdir, aralarında mânada ve özde ihtilâf yoktur. Onun bu

uzlaştırıcı tavrı ulemâ üzerinde tesirini göstermiştir. Nitekim Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey ve

Şeyhülislâm Mehmed Sâdedin Efendi, devrin tanınmış âlimlerinden Mehmed Zihni

Efendi,kelâmcı Abdüllatif Harpûti onun tarikatına intisap etmişdir.

İslâm toplumunda tarih boyunca önemli bir problem teşkil eden şeriat-tasavvuf ilişkisi

konusunu inceleyip açık ve net bir şekilde ortaya koyan bu risâle birkaç defa basılmıştır.

Ayrıca bir levhaya sülüs hatla yazılarak türbesinin bulunduğu camiye asılmıştır. Risâle fi

tahkiki’t –tasavvuf Abdülkerim Abdülkadiroğlu tarafından yayınlanmıştır.

Çerkeşî Mustafa Efendi’nin Mehmed, Mesud ve Osman Vehbi adlı oğulları

kendisinden sonra irşad faaliyetlerini sürdürerek birçok mürid ve halife yetiştirmişlerdir.

Osman Vehbi Efendi’nin (ö.1277/1860) soyundan İstanbul’da Çerkeşizâdeler adı verilen bir

ulemâ ailesi meydana gelmiştir.

Babasının ölümünden sonra Ankara’ya yerleşerek şehrin tanınmış âlimlerinden biri

olan Osman Vehbi Efendi’yi II. Mahmud İstanbul’a davet etmiş ve kendisine İstanbul ruûs* u

verilmiştir. Çeşitli eserleri olan Osman Efendi’nin II. Mahmud için kaleme aldığı el-Hısnü’l-

hasin ve Tasrifâtü’l-Fârisiyye adlı iki kitabı basılmıştır.

Osman Vehbi Efendi’nin oğlu Mehmed Teyfik Efendi Beşiktaş, Halep,Çankırı ,Bursa,

Balıkesir ve Mısır’da mevleviyet görevlerinde bulunduktan sonra Medine kâdısı olmuş, daha

sonra Ankara’ya dönerek on iki yıl müderrislik yapmıştır. Üç yıl İstanbul kadılığı yaptıktan

sonra Rumeli kazaskerliği muavinliğine tayin edilmiş(1886), aynı yıl Meclis-i Meşâyih

Nezâreti reisi olmuş,1889’da Anadolu,ertesi yıl Rumeli kazaskeri pâyelerini almış ve

şeyhülislâmlığın Meclis-i Müellefât Encümeni başkanlığına tayin edilmiştir.Dedesi Çerkeşi

Mustafa Efendi’nin tarikatına mensup olan Tevfik Efendi vefatında (1893), bir Şâbâni-

Çerkeşi tekkesi olan Aksaray Sofular’daki Ekmel Dergâhı’nı defnedilmiştir. Mehmed Tevfik

Efendi’nin Gâyetü’l-beyân fi ilmi’l-mizân (İstanbul 1306), Hediyyetü’s- sıbyân(İstanbul

1308),Divançe(Mısır 1283), Kasâid-i Tevfik (Şam 1286,1304), Levâyihu’l-kudsiyye(İstanbul

1304), Behcetü’t-tarf fi ilmi’s-sarf (İstanbul 1308), Meziyet-i İslâmiyye(İstanbul 1306),

Miftâhu’l-akâid(İstanbul 1301),Şerh-i Akâid-i Nesefi Tercümesi’ndeki Hatalara Dair Risâle

(baskı yeri ve yılı yok) adlı eserleri basılmıştır.

Tevfik Efendi’nin oğlu Ahmed Muhtar Efendi nakibüleşraf*lık görevinde

bulunmuştur.Osman Vehbi Efendi’nin Mehmed Refi adlı oğlundan olan torunu Hâlid Bey (ö.

1934), Mekteb-i Hukuk’u bitirdikten sonra gittiği İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde

Türk dili ve edebiyatı hocalığı yapmış,edebiyat,tarih,dış politika,İktisat alanlarında dikkate

değer eserler yazmış önemli bir fikir adamıdır.

Çerkeşi Mustafa Efendi’nin tarikat silsilesi Zoralı Şeyh Mehmed,Mudurnulu Şeyh Abdullah

Rüşdü (ö.1141/1728-29),Şâbâniyye’nin Nasûhiyye kolunun kurucusu Şeyh Mehmed Nasûhi

Üsküdârî (ö.1130/1718),Karabaşiyye kolunun kurucusu Karabaş Veli

(ö.1097/1686)vasıtasıyla tarikatın pîri Şeyh Şâbân-ı Veli’ye(ö.976/1568)ulaşır.Şâbâniyye

mensuplarınca tarikatın ikinci kurucusu anlamında “pîr-i sâni” unvanıyla anılan Çerkeşî

Mustafa Efendi’nin on üç (Hüseyin Vassâf,IV,58)veya on bir (Eş’âr-ı el-Hâc Âkif Efendi,

s.28;Enderunlu Âli,vr. 4) halifesi olduğu kaydedilmektedir.Bunlardan ancak

altısının(Beypazarlı Âli,Geredeli Halil,Mustafa Safi,Semerci Şeyh İbrâhim,Tiritzâde

Hüseyin,Ahmed Nûri Baba) adı ve kimliği tesbit edilebilmiştir.Halifelerin faaliyetleri sonucu

Çerkeşiyye tarikatı Batı Karadeniz,başta Ankara ve çevresi olmak üzere Orta

Anadolu,İstanbul ve Balkanlar’da yaygınlık kazanmıştır.

Çerkeşiyye’den Beypazarlı Ali Efendi’nin halifesi Kuşadalı İbrâhim ile Geredeli Halil

Efendi’ye nisbet edilen İbrâhimiyye ve Hâliliyye adlı iki şübe meydana geldiği söylenirse de

bunlardan ancak ilki bir kol olarak kabul edilir. Çerkeşi’nin emrine uyarak ölümünün hemen

ardından İstanbul’a giden ve Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi tarafından

Fındıkzade’deki Beşikçizâde Dergâhı şeyhliğine tayin edilen Beypazarlı Ali Efendi’nin

(ö.1234/1819)yetiştirdiği tek halife olan Kuşadalı İbrâhim Efendi (ö.1262/1846)

tekke,taç,hırka gibi tarikatlara ait geleneksel unsurları reddeden fikir ve uygulamalarıyla Türk

tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir.Tarikata Melâmeti bir hüviyet kazandıran

Kuşadalı’nın Mehmed Tevfik Bosnevi ile (ö. 1283/1866) devam eden silsilesi, “Fâtih

türbedarı”diye meşhur olan Ahmed Amiş Efendi (ö. 1920) vasıtasıyla günümüze kadar

ulaşmıştır.

Çerkeşi’nin diğer tanınmış halifesi ümmî bir zat olan Geredeli Halil Efendi’dir.Şeyh Halil

Efendi II.Mahmud tarafından İstanbul’a davet edilmiş, amellerin niyetlere göre olduğunu

ifade eden hadise verdiği mânalar padişahı ve huzurda bulunanları hayrete düşürmüş,büyük

iltifat ve takdire mazhar olmuştur.Gerede’de vefat eden Halil Efendi’nin türbesi Aşağı Tekke

Camii’nin bahçesindedir.

Geredeli Halil Efendi’nin halifelerinden Ömer Fuâdi (ö.1274/1857),İstanbul’da Sofular

Ekmel Dergâhı’nda uzun yıllar şeyhlik görevinde bulunmuştur.Devrin iki şeyhülislâmı Ârif

Hikmet ve Mehmed Sâdeddin Efendilerin kendisine intisap etmeleri,Ömer Fuâdi Efendi ve

Şâbâniyye-Çerkeşiyye’nin ulemâ üzerindeki tesirini göstermesi bakımından

önemlidir.Vefatından sonra makamına oğulları Abdullah Rüşdü (ö.1299/1882)ve Yâkup Sıdkı

(ö.1319/1901)geçmiş,Yâkup Efendi’nin ölümünden sonra dergâh oğlu Yûsuf Selâhaddin ile

Abdullah Rüşdü’nün oğlu Mustafa Siret efendiler tarafından yönetilmiştır.Daha sonra

Üsküdar’daki Atik Vâlide Şâbâni dergâhına tayin edilen Mustafa Siret Efendi,Meclis-i

Meşâyih âzası olarak da görev yapmıştır.

Geredeli Halil Efendi’nin diğer halifesi Yazıköylü Emin Efendi,bugün Bulgaristan sınırları

içinde kalan Nevrekop’a giderek irşad faaliyetinde bulunmuştur.Emin Efendi’nin Mir’âtü’l-

âşıkin adlı eseri basılmıştır.Halifesi Nevrekoplu Ahmed Efendi’nin burada açtığı dergâh

Balkan Harbi’nde Bulgarlar tarafından yakılmıştır.

Diyarbekirli Hacı Mustafa Safi Efendi’yi (ö.1263//1847), Hüseyin Vassaf Geredeli Halil’in

halifesi olarak gösterir.Ancak Safî Efendi hakkında bir menâkıbnâme yazan İbrahim Hilmi

onun aslında Çerkeşî Mustafa Efendi’nin halifesi olduğunu söyler.Safi Efendi’nin halifesi

Geredeli Saatçi Abdullah Efendi’nin müridi Halil Rahmi Efendi(ö.1284/1867), uzun yıllar

Divân-ı Hümâyun Kalemi’nde görev yapan Necip Efendi’nin (ö. 1307/1890) şeyhidir.Necip

Efendi Aksaray’daki irşad faaliyetini sürdürmüş,devrin tanınmış âlimleri Mehmed Zihni

Efendi ve Abdüllatif Harpûti kendisine mürid olmuşlardır.Oğlu Fahri Efendi Kanlıca’daki

Atâullah Dergâhı’nda şeyhlik yapmıştır.

Sultanahmet’teki Sokullu Mehmed Paşa Dergâhı Şeyhi Hüseyin Efendi’nin oğlu olan Şeyh

Mustafa Hulûsi Efendi de (ö. 1299/1882) Geredeli Halil’in halifelerindendir.Halil Efendi

İstanbul’a geldiğinde kendisine intisap ederek onunla birlikte Gerede’ye gitmiş, sulûkünü

tamamladıktan sonra babasından boşalan dergâhın şeyhliğine tayin edilmiştir.Ölümünden

sonra makamına oturan oğlu Hayrullah Efendi’den birkaç ay sonra vefat etmesi üzerine

dergâhta irşad faaliyeti diğer oğlu Âtâullah Efendi (ö.1308/1890-91) tarafından

sürdürülmüştür.Atâullah Efendi’den sonra yerine,halifesi Beykozlu Ahmed Efendi’den icâzet

alan oğlu Mehmed Nidâi Efendi şeyh olmuştur.

Halil Efendi’nin Kütahyalı Şeyh Salih Efendi adlı halifesi vasıtasıyla devam eden diğer bir

silsilesi günümüze ulaşmıştır.

Çerkeşi Mustafa Efendi’nin bir halifesi de İstanbul Zeyrek’te Kilise Camii yanındaki

Akşemseddin Dergâhı Şeyhi “Semerci Şeyh” diye anılan İbrâhım

Efendi’dir.(ö.1247/1831).Onun vefatından sonra bu dergâhta halifesi Şeyh Halil

Efendi(ö.1274/1858) ile bu zatın oğlu ve adaşı Halil Efendi(ö.1333/1915)görev yapmışlardır.

Kaynaklarda adı geçmeyen diğer bir Çerkeşi halifesi de Ankaralı Tiritzâde Hüseyin

Efendi’dir. Madde yazarının bir şâbânı şeyhinin elinde bizzat gördüğü Şâbâniyye

silsilenâmesinde Çerkeşi halifesi olduğu anlaşılan Hüseyin Efendi’nin silsilesi günümüze

kadar ulaşmış olup İstanbul ve Karadeniz bölgesinde mensupları bulunmaktadır.Çerkeşi

Mustafa Efendi’nin adı ve kimliği tesbit edilen son halifesi,Hacı Bayrâm-ı Veli soyundan

gelen şair Ahmed Nûri Baba’dır(ö.1263/1847). Şeyh Halil Baba’nın oğlu olan Ahmed Nûri

Baba,babasının ölümünden sonra Çerkeş’e giderek Mustafa Efendi’ye intisap etmiş ve onun

halifesi olmuş (Fâtih,s.420),ancak Melâtimetî tavra sahip olduğundan irşad faaliyetinde

bulunmamıştır.