KARABÜKLÜ HACI MUSTAFA BOYRAZ (1930- 24 Temmuz 2017 )

RUFÂİ-KÂDİRÎ ŞEYHİ

KARABÜKLÜ HACI MUSTAFA BOYRAZ (1930- 24 Temmuz 2017)

MUSTAFA BOYRAZ Efendi, 1930 yılında Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Yazyurdu köyünde doğdu. Babası Abdülkadim Efendi, annesi Gülnaz Hanımdır. İlkokulu kendi köyünde okudu. Kur’an-ı Kerim, ilmihâl ve siyer derslerini hem babasından, hem köylerindeki hocalarından aldı. Evlenme çağı geldiğinde Döndü hanımla evlendi, bu evlilikten altı çocuğu oldu. O, doğuştan Hakk’a âşık doğmuştu. Çocukluk ve gençlik çağında da vakûr, kemâl vasıflarını taşıyordu. Zahirî ilimler onun yüreğindeki ateşi söndüremiyor, nerde bir ehlullah, bir zikir meclisi bulsa oraya koşuyordu. Kendisini vuslata kavuşturacak bir mürşid-i kâmil arıyordu. Tarlada ekinleri ekip biçerken Rabbini zikrediyor, koyunları güderken yanık sesiyle ilâhiler okuyordu…

GENÇLİK YILLARI

Nihayet askerlik çağına geldi.1955 yılında gittiği Askerlik görevi 30 ay sürdü Acemi birliğindeki başarısı nedeniyle, asker-polis (o zamanlar böyle bir uygulama varmış) olarak görev yaptı. İstanbul Kadıköy Kuşdili Karakolu’nda askerlik görevini sürdürürken, dönemin meşhur Nakşibendi şeyhi Hacı Sami Ramazanoğlu (k.s.) (1892-1984) ile görüştü. Ancak nasibinin burada olmadığını öğrendi.

1956 yılında kendi el yazısı ile hazırladığı ilahi defterini, çok sevdiği ağabeyi Yakup Boyraz Efendiye hediye etmiştir. (Ek-1)

Nakşibendi büyüklerinden Sivas-Gürün ilçesi Fazlıoğlu Mahallesi’nde mukim HÜSNÜ DAYI (1901-1987) ile görüştü. Kendisinden tarikat dersi almak istedi. Ancak Hüsnü Efendi bir müddet murâkâbe yaptıktan sonra;

-“Evlat sana ders veremem. Senin nasibin Çorum’da Hacı Mustafa Efendi’dedir.’’ Diyecek. O’nu hayatının en önemli noktasına sevk etti…

Çorumlu Efendi Hazretleri altı tarikattan (Rufâî, Kâdirî, Bedevî, Desûkî, Şâzelî, Nakşî) icâzetli, yed-i sahih bir mübârek, bir nur âbidesi, asrın kutuplarından bir zât idi. Mustafa Boyraz Efendi yıllardır aradığını bulmuş; âşık, mâşukuna kavuşmuştu. İçindeki manevî ateşi söndürecek, kendisini Mevlâ’ya vâsıl edebilecek bu mürşid-i kâmile intisap ederek, itminâne erdi.

Ankara’da Çorumlu Rufâî şeyhi Hacı Mustafa Anaç (k.s.) hazretlerine bağlı bir Rufâî dergâhı vardı. Dergâhı o günlerde Esat Efendi (Nakîbü’n Nukabâ) yönetiyordu. Ankara’da şeyhinin emriyle yıllarca dergâha hizmet etti. Esat Efendi’nin yanında dergâh çavuşu sıfatıyla Ankara’nın kâh kavurucu sıcağında, kâh kara kışında dervişânı kapı kapı gezip toplayarak hasbî olarak çalıştı…

Esat Efendi’nin Dergahtan tard edilmesinden sonra Çorumlu Şeyh Efendi, kendisini seyr-i sülûka koydu. Allah’ın izniyle seyr-i sülûku başarıyla tamamladı. Çorumlu Efendi hazretleri; Esat efendiden sonra, Mustafa Boyraz Efendiye önce “nakîb” sonra “nakîb-ün nukabâ” görevleri vererek Ankara dergâhının başına getirdi. Ağabeyi Hacı Yakub Efendi de yanında nâkib olarak hizmet veriyor, yanık sesiyle söylediği ilâhilerle dergâha ayrı bir renk katıyor, bazen ağlatıyor, bazen de lâtifeleri ile tatlı tebessüm ettiriyordu.

ANKARA YILLARI

1962 yılında sevk-i ilâhi ile kardeşi Cuma Efendiyle birlikte Ankara’ya hicret ettiler. Ankara’da Gülveren semtinde dört kardeşe (Yakup Efendi, Mustafa Efendi, Hasan Efendi, Cuma Efendi) dört ev inşa ettiler. Burada manevî hayatlarının en büyük izlerini taşıyacak Ankara yılları başlamış oldu. Önce Dışkapı semtinde, sonra Samanpazarı mevkii İtfaiye Sokak’taki işyerinde hazır elbise alım-satımı yapıyorlar, namazları Hacı Bayram-ı Velî Camii’nde kılıp, Hz. Pîr’in türbesini ziyaret ediyorlardı.

Yıllardır Haremeyn (Mekke ve Medine) aşkı, Beytullah özlemi ile yüreği yanıp kavrulan Mustafa Boyraz, 1965 yılında Hac fârizâsını ifâ etti. O, artık çevresinde Hacı Mustafa Efendi olarak tanındı. Bu yolculuğa katılamayan ağabeyi Yakub Efendi çok müteessir olarak (15 Şubat 1965) Haremeyn aşkıyla şu dizeleri dile getirir. (Ek-2)

ZAMANIN KUTBU ÇORUMLU HACI MUSTAFA ANAÇ EFENDİYE İNTİSÂBI

1971 yılında ikinci defa Çorumlu Hacı Mustafa Efendi ile beraber kendisi ve dervişân, Hac fârizasını ifâ etmek üzere bir otobüsle Hac seyahatine çıkarlar. Kış mevsiminin en soğuk günleridir. (Hac günleri 5 Şubat 1971’de başlamaktadır.) Cilvegözü Hudut Kapısı kapalı olduğu için uzun ve meşakkatli bir yolculukla Ağrı Doğubeyazıt sınır kapısından geçmek üzere bu ilçeye gelirler. Otobüsün motorini donmuştur. Bir otelde üç gün kalırlar. Onların bu sıkıntısından Ankara’da bulunan Hacı Yakub Boyraz Efendi (1923 – 10.06.2004) haberdar olur ve bundan çok müteessir olur. Gözyaşları ile ekteki dizeleri yazar. Dergâhta yanık sesiyle okur, ağlar ve de ağlatır: (Ek-3)

12 MART 1971’de RUFÂİLER

Şahin Karataş hatıratında anlatıyor:

12 Mart 1971’de Türkiye’de sıkıyönetim ilân edildi. Emniyet kuvvetleri, askerler göz açtırmıyor, her şey kontrol altında. Mahalle bekçileri bile günümüzün Emniyet amirinden daha şedid…

İşte böyle zor süreçte Hacı Mustafa Boyraz Efendim Ankara’dan fakire mektup göndermişti:

Çorum’dan Efendi Hazretleri Ankara’ya geliyor” Derhal ilk otobüsle uçtum Ankara’ya, Gülveren semtindeki hânesine… Dervişler akın akın gelmişlerdi Ankara’ya. Şeyh’ül meşâyıh Mustafa Çorumî’nin ve O’nun en güzîde manevî evlatları Mustafa Boyraz ve Yakub Boyraz Efendilerimizin pamuk ellerini öptüm doyasıya…

Akşam yemeğini yer sofrasında ayrı bir muhabbetle paylaştıktan sonra aynı mahalledeki bir kardeşimizin fakirhânesinde zikir toplantısına gittik. Biz halkayı zikre girince sıkıyönetimi falan unutmaktayız. Cehri zikri Mustafa Boyraz Efendimiz yönetiyor, darb-ı esmâ arşı âlâya yükseliyor, kasîdeler, şüğuller dervişânı çoşturuyordu. Zikrullah tamamlandı, duâ faslına geçilmişti. Meğer aynı saatlerde emniyet kuvvetleri, polisler bizim zikir yaptığımız tek katlı, bahçeli evin etrafını çepeçevre sarmışlar; durumu fark eden ev sahibi kardeşimiz –kendisi için değil- Efendi hazretleri için tedirgin olmuş; durumu Efendi Baba’nın kulağına fısıldıyordu. Bizler de ister-istemez bu olaya müzâhir olmuştuk. Cennet mekân Mustafa Çorumî Hazretlerinde en ufak bir endişe, bir kaygı yoktu. Tam bir teslim-i küll! Efendi Baba bir Fatiha ile duâyı tamamladı. Bizlere; “Sakin bir şekilde dağılabilirsiniz, toplu halde değil, üçer-beşer kişilik gruplar halinde çıkın. Allah’a tevekkül edin! Dedi.

Bizler de tarif ettiği gibi evden çıkıyorduk. Baktım ki polisler evin etrafını 2m. aralıklarla kuşatmışlar. Biz polislerin aralarından geçtik, ancak onlar ne bizi gördüler, ne de sorguladılar…

Ve hüve alâ külli şey’in Kadîr” İyi de bu Rufâiler deli mi? Akıllı mı?

Ne 12 Mart, ne 12 Eylül, ne 28 Şubat halkayı zikirden uzaklaştıramıyor vesselâm…

Büyük bir aşk ve şevkle yapılan bu hizmetlerle Ankara Rufâî Dergâhı her geçen gün büyüyor, halka-i zikir meclisleri evlere sığmıyor, kandil geceleri câmiler de yetersiz kalıyordu. Özel gecelerdeki zikirlere Ankara’daki devlet adamları, milletvekilleri de katılıyorlar, onların taleplerini de kıramayarak bazen Rufâî bürhânı da yapıyorlardı. Kendisi sık sık Çorumlu şeyhinin ziyaretine giderek O’nun emirlerini, tavsiyelerini alıyor, şeyhine büyük bir iştiyakla bağlanıyordu. Çorumlu Mustafa Efendi de kendisine çoğu kez seyahat görevi veriyor, Anadolu’nun birçok şehirlerine giderek oradaki susamış gönüllere bir damla da olsa su vermeye çalışıyordu. Böylece birçok şehirde dergâhlar tesis oluyor ve bunun manevî hazzını yaşıyordu.

 

16 Eylül 1973

Şahin Karataş hatıratında anlatıyor:

Benim düğünüm Karabük’te gerçekten unutulmaz bir manevî atmosferde gerçekleşti.

İnsanın niyeti hayr, istikameti hayır olunca âkıbeti de hayr olur Allah’ın inâyeti ile. Aynur Hanımla düğünümüz baştan sonra islâmî prensiplere ve geleneklere uygun yapıldı.

O tarihlerde Karabük’te en modern düğün salonu ŞATO isimli mekandı. Düğün salonu sahibine dedim ki; ‘’Salonunuzu kiralayacağım ancak bir şartım var. Salonu ortadan ikiye bir perde ile ayıracaksınız. Haremlik-Selamlık olacak!’’ Zor da olsa ikna ettim ve Karabük’te ilk defa ŞATO’da bu uygulama gerçekleşti.

Bendeniz Çorum, Ankara, İstanbul, Kayseri, Sivas başta olmak üzere tüm akraba ve derviş kardeşlerimizi düğünüme davet etmiştim. Ankara’dan Mustafa Efendim ile (eşi) Döndü Teyzem iki gün önce teşrif ettiler. Rahmetli babam misafirler için bir koyun kesmişti. Velime yemekleri hazırlandı.

15 Eylül Cumartesi günü Hacı Yakub Boyraz Efendimiz başta olmak üzere her taraftan dervişler geldiler. Yemekler, çaylar ikram ediliyor, peşinden ilâhiler, zikirler, sohbetler…

16 Eylül Pazar günü duâlarla gelin alımından sonra Düğün Salonuna geçiyoruz. Nişan ve düğün beraber olduğu için nişan yüzüğümüzü Mustafa Boyraz efendim takıyor.

16 Eylül 1973 Pazar günü yapılan programda önce Mehmet Çağlar hocamız Kur’an-ı Kerîm okudu. Ardından mevlid-i şeriften iki bahir okundu. Hacı Mustafa Boyraz Efendimiz Kelime-i Tevhid esmâsını tüm düğün katılımcılarına cehrî olarak okuttu. Ne kadar güzel bir zikrullah olmuştu. Karabük Müftüsü Hüseyin Şimşek’in yaptığı duâ ile merasim tamamlandı. Salonda yemek ikramı çok güzeldi…”


SON HİCRET KARABÜK’E

1976 yılı sonlarında Mustafa Boyraz Efendi, Çorum’a Efendi Hazretlerine yaptığı mutad ziyaretlerinden birinde;

  • Oğlum Hacı Mustafa Efendi, Karabük dergâhımızda büyük inkişaf var. Hacı Yakup Efendi Ankara dergâhımızda kalsın. Sen ailen ile beraber Ankara’dan Karabük’e hicret et!” diye emir buyurdular.

Mustafa Boyraz Efendi de hiç tereddüt etmeden;

  • Başüstüne Efendim! Siz nasıl muvafık görürseniz!” deyip, hemen hazırlıklara başladı. Ve Karabük’e taşındı. Bu hicret gerçekten Karabük Safranbolu ve civar ilçeler, köylerde manevî hayatta çok büyük terakkilere vesile oldu elhamdülillah.

İLK HAC, İLK HEYECAN, İLK VUSLAT

Şahin Karataş hatıratında anlatıyor:

1970 yılında Tarik-i Rufâiyyeden inâbe almıştım. 1971 yılında Karabük’te halkayı zikir kurarak ders yaptırmaya başlamışım. Zikir meclislerimizdeki aşk, füyûzat, ihlâs ve paylaşmanın tarifi imkansız… Çok sağlam temeller üzerine inşâ edildi Rufâi Dergâhı Karabük’te… Ve her geçen gün terakki eden şeriat-ı Muhammedî’den asla taviz vermeyen bir dergâh ve onun mümtaz dervişleri…

Yıl 1976… Dergâhımıza mensup kardeşlerimiz Hac fârizasını ifâ edip, döndüler evlerine… Biz de gruplar halinde bu kardeşlerimizin evlerine giderek; ” Hoş geldin, Allah mübârek etsin!” ziyaretleri yapıyoruz. Zemzem içip, hurmaları yiyoruz. Mikadan yapılmış (10 pozluk) film makinalarını elden ele dolaştırarak Haremeyni izliyoruz heyecanla… Bu arada Hac yolculuğu ile ilgili intibâlarını soruyoruz, hacı kardeşlerimize… Hepsi çok mutlu, çok sevinçliler… Ancak bazı rahatsız oldukları konulara da değiniyorlar ister istemez… Şöyle ki; “Otobüs yolculuğumuzda ilâhi okumak, zikir esmâları okumak istediğimizde bundan haz almayan, itiraz eden hacılar var maalesef. Ayrıca otelde odalarımızda sigara içiyorlar, dumanaltı oluyoruz. Keşke bizler dervişler olarak bir grup halinde gidebilsek çok daha feyizli olurdu!”diye serzenişte bulunuyorlardı.

Değişik firmalarla giden bu hacı kardeşlerimizin müşterek tespitleri fakirde bir kanaat oluşturdu:

Biz niçin bir HAC ORGANİZASYONU düzenlemiyoruz?

İlk zikir toplantısında kardeşlerime bu konuyu açtım. Ve onlara; “Gelecek yıl için RUFÂİ HAC KERVANI” adıyla bir organizasyon yapabilir miyiz? diye istişâre ettim. Hepsi de “çok isabetli olur, çok güzel olur!”dediler. “O halde bu niyetimizi kayda geçelim, 1977 Rufâi Hac Kervanı’na kayıt yaptırmak isteyenlerin isimlerini yazıyorum!” dedim. Onlar da;

“Madem bu hayırlı iş senin fikrin idi. O halde bu listenin en başına senin ismini yazalım!” dediler.

Bismillâh! Niyet hayr, âkıbet de hayr olur inşallah, dedik. Önce kendi ismimi, ardından diğer ihvan kardeşlerimin isimlerini tek tek yazdım. Sıra o gün o mecliste bulunan (rahmetli) babama gelmişti. Fakire; “Kuru oğlan iki kişi yaz!”dedi. iki kişiden murat biri kendisi, ikincisi annemdi. Böylece yaklaşık 45 kişilik bir hacı aday listesi oluşmuştu dergâhta…

Bizi daha şimdiden ayrı ayrı bir heyecan sarmıştı.

Yıllık izinlerimizi Hac mevsimine (Kasım ayı) göre ayarlıyor, derslerimizde Haccın rükunlarını okuyup, öğrenmeye çalışıyorduk.

…O yıllarda Hâc fârizasını ifâ etmek oldukça pahalı bir ibadettir. Para biriktirerek Hac masrafını denkleştirmeye çalışıyorduk. Henüz Arafat’a çıkmamıştık ama kendimizi ruhen ve kalben Hacı gibi hazırlıyorduk. Hatta (rahmetli) babam sakal bırakmış, bedenen de Kutsal topraklara hazırlanmıştı. Zikir toplantılarında;

“Bir mübarek sefer olsada gitsem

Kâbe yollarında kumlara batsam” ilâhisini, LEBBEYK! LEBBEYK! Telbiyelerini gözyaşlarımızla okuyorduk. Aslında biz her gün mânen Mekke’de, Medine’de idik… Allahım! Bu ne güzel aşk! Ne güzel özlem.!.

Rufâi Hac Kervanı listesini hazırladık. Belki 2-3 ay geçti. Babam 2 Şubat 1977’de “ircıî!” hitabına mazhar oldu bir trafik kazasında… Çorumlu Efendi Baba kendisi için; “Ömer efendi şehit olmuştur inşallah!” dedi.

Hayat devam ediyordu elemleri, sevinçleri ile. Çorum’a vâki ziyaretimde “Efendim! Rahmetli babam Hacc’a yazılmış idi. Fakir de yazılmış idim. Şimdi babacığım rahmetli olduğuna göre ben babamın yerine mi, yoksa kendi adıma mı gitmem gerekir?” diye sual etmiştim. Efendi Baba; “ Oğlum! Hac ölüye değil, diriye farzdır! Sen önce kendin için gidecek, fârizayı ifâ edeceksin. İlerde imkan olduğunda babanın yerine de gidebilirsin!” dedi.

Fakir de annemle beraber giderek, babama da duâlar ederek bu görevi ifâ etmeye çalıştık.

…Bu arada Ankara’dan Hacı Mustafa Boyraz Efendimiz de Karabük’e hicret etti. Böylece Karabük Dergâhımız Çorum Asitanesi’nden sonra protokolde ikinci sırayı aldı.

(Rahmetli) Hacı İbrahim Asal ağabeyin evinde toplandık. Oğlu Bahattin Bey ile Hac yolculuğunun taşımacılığını konuştuk. Pazarlık yaptık. Bahattin Bey bizi 302 otobüs ve Ford kamyonetle (eşya taşımak) IRAK (Arar’dan) çıkış yapıp, Bağdat, Basra güzergâhı ile götürecek; dönüşte Suriye üzerinden Cilvegöz Kapısı’ndan getirecekti. Biz 45 hacı idik, toplam ulaşım masrafı 150.000 TL verecektik…

Uzun hikâye… Ülkemizde döviz yok… Hacı Mustafa Boyraz Efendimiz Ankara’da Ulus’tan Kızılay’a tüm bankalara uğruyorlar efektif alabilmek için… Sanırım 7 – 8 kardeşimize döviz bulamıyorlar. Efendi, fakire telefon etti Ankara’dan; “Şahin Efendi! Kardeşlerimizin bir kısmına döviz bulamadık. Karayolu vizesi de kapanıyor, ancak Havayolu vizesi için 10 gün süre kaldı. Sen arkadaşlarımızı teker teker ziyaret et. Uçakla seyahat için muvafakatlarını al” dedi. Fakir de 45 kardeşimizi ziyaret ederek; “Uçakla Hac yolculuğuna evet mi? hayır mı?” diye sordum. Bir aile kabul etmedi, diğerlerinin tamamı (43 kişi) evet diyerek onayladılar. Böylece rotamız karadan havaya döndü…

Fakir de derhal elimdeki 43 kişilik listeyle Ankara’ya gidip, M.Boyraz Efendimi (2-3 kardeşimizle beraber) buldum. Dövizleri tamamladık.

Ve nihayet THY Sıhhıye Bürosu’na giderek 43 kardeşimizin Hac yolculuğu için gidiş – dönüş biletimi aldım. Kişi başı 6450 TL… iyi para yani…

Sevinçle Karabük’e döndük. Sefer günü geldiğinde Köprübaşı Cami önünde yapılan (muhteşem) uğurlama töreni ile otobüsle İstanbul’a hareket ettik. (14 Kasım 1977). Zira Yeşilköy Havaalanından uçacaktık Cidde’ye…

Otobüsle İstanbul’da Eyüp Sultan, Fatih, Sultanahmet Camileri ve türbelerini ziyaret edip; Havaalanına ulaştık. Tüm heyecanları peş peşe yaşıyorduk. Cidde’de uçaktan inip Mekke-i Mükerreme’ye geçtik.

Burada MESFELE Mahallesi’nde bir pansiyonun 7. katına yerleştik. Burası Fatma BOGARİ’nin dairesi idi. Asansör yok, klima yok, buzdolabı yok, rehber yok… Yerde yatak yerine (10 cm. kalınlığında) 1’er sünger… Ne çarşaf, ne de pike… Lâkin aşk var, heyecan var, gençlik var, herşeyi pozitif gören göz var…O zaman hayat çok güzel!..

Mustafa Boyraz Efendimizin rehberliğinde Beytullah’ı ilk ziyaretimiz tarif edilemez. O zamanlar Harem-i Şerif’in etrafında çirkin yüksek yapılar yok. Tavaf alanının (metaf) bir bölümü mermer, bir bölümü kumlarla kaplı zemin!..

Mekke’de fakir tam 13 gün ihramlı olarak HACC-I İFRAD ifâ eyledim. Cenâb-ı Hak, katında mebrur haclardan eylesin inşallah… Tavafı kuşlar gibi uçarak yapıyor, Mekke’nin tandır ekmeğini paylaşarak muhabbetle yiyoruz…Arafat’a çıktık!.. Ağaçların boyu 1.5 cm. kadar… Zemzem suyu sadece Harem-i Şerif’teki kuyudan alınabiliyor. Yaklaşık 15 merdiven basamağından aşağı iniyor, kabınızı dolduruyorsunuz. İmkanlar kısıtlı, maneviyat yüksekti…

Hira (Nur) Mağarası’na çıktık. M. Boyraz Efendi Hazretleri ile…

Mekke’den Medine’ye bir Amerikan otobüsü (70 kişilik, werzalit oturaklı) ile geldik. Bizi SİRÂC ( annesi Türk ) isimli genç bir delikanlı Medine’de bir otele götürürken gecenin karanlığında ışıl ışıl semâyı, kâinatı aydınlatan Mescid-i Nebevî uzaktan görünmeye başlamıştı ki; Sirâc; “HÂZÂ! KUBBETÜ’L HADRÂ!” demişti. Kısaca sekiz gün, kırk vakit Mescid-i Nebevî’deyiz… Ve 07 Aralık 1977’de Cidde’den Türkiye’ye döndük.

Cenâb-ı Hak daha sonra hac ve umre ziyaretleri nasip etti ama Mustafa Boyraz Efendimizle yaptığımız ilk HAC bambaşka!..

1977 KARABÜK HAC ORGANİZASYONU

1-Mustafa BOYRAZ (merhum)

2-Şahin KARATAŞ

3-Mehmet ULUSOY(merhum)

4-Münevver ULUSOY (merhum)

5-Kâzım ULUSOY

6-Habibe DAYIOĞLU (merhum)

7-Ayhan EROĞLU

8-Şükrü BİÇER (merhum)

9-Esma BİÇER

10-Mustafa GECELİ

11-Mehmet ERGÜL (merhum)

12-Saniye ERGÜL (merhum)

13-Mehmet GÜLOĞLU (merhum)

14-Saniye(Fatma) GÜLOĞLU

15-Ömer KUTLU (merhum)

16-Ferdane KUTLU (merhum)

17-Emin ASLAN

18-Müzeyyen ASLAN (merhum)

19-Ahmet CAN

20-Fatma KANAL (merhum)

21-Kemal BAŞKAYA (Cidde’de medfun)

22-Ramazan BAŞKAYA

23-Şevki ÇELEBİOĞLU (merhum)

24-Emine ÇELEBİOĞLU (merhum)

25-Hikmet KARATAŞ

26-Ayşe KARATAŞ (merhum)

27-Ali KARATAŞ (merhum)

28-Zeynep KARATAŞ (merhum)

29-Ömer İNCE

30-Asım SALT

31-İsmail ÖZENEN (merhum)

32-İhsan KARAMAN (Safranbolu)

33-İbrahim İYİCE (merhum)

34-Şevket ÖZTÜRK (merhum)

35-Mustafa KILIÇ (Ankara)

36-Durmuş BULUT (merhum)

37-Recep AYDIN

38-Nizamettin BİLGİN (merhum)

39-Mevlüt KARADAYI

40-Ahmet KAYIKÇI (merhum)

41-Şükrü KABARAN (merhum)

42-Hasan Hüseyin…(Eskişehir’li)

43-Hasan Hüseyin’in eşi

NOT: Vefatlar 23.10.2019 tarihi itibariyle…

HİLÂFET GÖREVİ

Şahin Karataş hatıratında anlatıyor:

1977 yılında Hac fârizâsını edâ ettikten sonra Çorum’da ikâmet eden Şeyhü’l meşâyıh Hacı Mustafa Anaç Çorumî Hazretlerini, Karabük’ten 14 ihvan ile birlikte 11 Aralık 1977 Pazar günü ziyarete gitti.

Çok feyizli ve maneviyat dolu gerçekleşen bu ziyarette Çorumlu Efendi Hazretleri;

– “Evlatlar! Hacı Mustafa Efendiye (Boyraz) halifelik veriyorum. Kendisinden Allah râzı olsun. Çok hizmet ediyor” dedi. Orada bulunan hepimiz çok sevinmiştik. Sanki dünyalar bizim olmuştu. Peşinden;

– “Şahin Efendi’ye nakiplik veriyorum” dedi. Bunun üzerine Mustafa Boyraz Efendimizin nazik talebi ve istirhâmı ile bazı kardeşlerimize de çavuşluk vazifesini lütfettiler.

Türkiye’deki tüm Rufâi vazifelileri ve dervişânı bu tarihten sonra Mustafa Boyraz Efendi’ye bir dergâh halifesine yapılması gereken hürmet ve muhabbetle yaklaştılar. Herkes biliyordu ki O, bugünün halifesi, yarının şeyhi olacaktı.

Çorum’dan Karabük’e dönüldüğünde; Şahin Karataş çok mesrur olarak, Mustafa Boyraz Efendi’ye ithafen bu şiiri kaleme almıştır:

MUSTAFA BOYRAZ EFENDİME,

Yıllarını verdi Hak yoluna

Zühdü takva, ilimle irfânâ;

Nefesini harcadı dergâha

Bugün de nasib geldi üstâda…

Edeb şiârın, cemâlin nûrsun

Erkân ile cümlemize sûrsun

İlmiyle âmil müridin dolsun

Hilâfet makâmın kutlu olsun…

Vasfın daim müjdeyle tebliğdir

Şefkât, merhâmet, rikkat, sevgidir

Hikmetli sözlerin bir kevserdir

Sohbetin uşşâka bal şerbettir…

Bu beldeye, Mevlâ’dan armağan

Kadrini bilir, ancak dervişan

Yetmişyedide geldi Hicaz’dan

Hacı Mustafa Poyraz ârifan…

Ahmed er Rufâî, Gavs-ı Geylân

Halefi oldun, sonsuzdur şükrân

Hizmetini bâki etsin Yezdân

Görmeyelim ne firkât, ne hicrân…

(13 Aralık 1977 – Karabük)

Şahin KARATAŞ

Çorumlu Mustafa Anaç Efendimizin, Mustafa Boyraz Efendi’ye takdim edeceği hilâfetnâmeyi de -maalesef- birileri kayıplara karıştırdı. Hasetlik ne kadar kötü bir ruhi hastalık!

90 yaşlarına yaklaşan piri fâni Çorumî Hazretleri son günlerinde;

-“Evlatlarım! Benim vefatımdan sonra vazifelerinize aynen devam ediniz. İnşallah bir zuhurat olur, bir mürşid-i kâmile mülâki olursunuz. Bizim dergâhımız kıyamete dek bâki kalacaktır” diyerek Hakk’a yürüdü…

Bu süreçte bazı müteşeyyıh (sahte şeyh)ler zuhur etti, her tekkede olduğu gibi… Dinî hayatta da cahiller, cesur olur… Cenâb-ı Hak (c.c) nefs-i emmâreye uydurmasın…

Ancak gerek Mustafa Boyraz, gerekse Yakub Boyraz Efendiler hiçbir zaman şeyhlik dâvâsında, post sevdâsında olmadılar. Çünkü Onlar için Hakk’a yakîn bir kul, Resûlü Kibriyâ’ya lâyık bir ümmet olmak en kutsal nimet, en büyük bahtiyarlıktı. Eskiden olduğu gibi şan ve şöhretten kaçarak, mütevâzı bir şekilde dervişânın başında hizmet ve gayretlerine devam ettiler. Allah (c.c.) onlardan râzı olsun.

MUHARREM-İ ŞERÎF İ’TİKÂFI

Şahin Karataş hatıratında anlatıyor:

Yıl 1979… Mustafa Boyraz efendim, fakire; “Mustafa Anaç Efendi Baba emir verdi, Şahin Efendi seninle beraber Muharrem ayında itikâfa girelim!’’ buyurdular. O tarihte (rahmetli) anneciğim Karabük Kayabaşı Mahallesinde Soner Apartmanında oturuyordu. Anneme; “Ayşe Abla bizim sahur ve iftarımızı verirsen, senin dairede itikâfa girebiliriz” dedi. Annem de; “Memnuniyetle Efendim. Siz bana neler hazırlayacağımı emredin, yeter!” dedi…

Böylece anneciğimin evinin bir odasında Efendi Baba, bir diğer odasında da fakir (usulünce) itikâfa girdik. Çok sevinçliydim. Böyle bir lütuf herkese nasip olmazdı.

Oğlum! Bizim itikâfımız, avamın itikâfı gibi kolay değildir. Bizim itikâfımız, seyr-ü sülük gibidir. Çok az bir gıda ile yapılır. Hayvansal hiçbir ürün (et, süt, tereyağı, peynir, yoğurt, yumurta, bal, balık) yenmez. Yağsız, tuzsuz mercimek çorbası, birkaç zeytin, az ekmek, çay. Özel tesbihatı her gün 24 saatte tamamlanacak.. Günde en fazla 4 saat uyku… Hiç kimseyle görüşülmez, konuşulmaz. Herhangi bir istek olursa, kağıda yazılıp verilir. Hücreden dışarı sadece abdest almak için çıkılabilir.. Dışarı çıkarken mu’tekif yüzünü bir tülbent ile örtmelidir” buyurdular.

İtikâf giriş tarihimiz: 3 Muharrem 1400 (23 Kasım 1979)

İtikâf çıkış tarihimiz: 10 Muharrem 1400 (30 Kasım 1979)

Tam 7 gün tarif edildiği gibi vazifemizi ifa etmeye çalıştık. Cuma günü geldiğinde Nuri Tuncay Abi bizi aracıyla camiye götürüp-getirdi…Efendi Baba bu itikaftaki bazı manevi hallerini Hacı Mustafa KÖSE’ye anlatmıştır.

Bu itikâf; bizim tarik-i âliyye büyüklerimizden tâ Hacı Bekir Baba’dan geldiği gibi hiçbir değişime uğramadan yapılagelen bir riyâzet…

Bir mürşid-i kâmile biat eyledim

Riyâzet çilesi çekmeye değer’’

SEYAHAT YÂ RESULALLÂH!

Şahin Karataş hatıratında anlatıyor:

Yıl 1980 Temmuz ayının son günleri… Karabük’te Hacı Mustafa Boyraz Efendimiz, Hacı Şevki Çelebioğlu (baba), Zühtü Baş ve fakire ; “ Çorum’dan Efendi Hz.lerinin emri var. Beraber seyahate çıkalım!” buyurdular.

Seyahat, tasavvufta nefsin terbiye ve tezkiye metotlarından biridir… Gerçi günümüzde seyahat eskiye göre çok kolay şartlarda gerçekleşebiliyor. Şimdi ulaşım süper. Açlık, susuzluk, yok.

Gittiğiniz yerlerde zillet yok, izzet var. Ancak yine de insanın evinden, ocağından uzakta, hergün değişik şartlarda olması, özellikle üstâdının huzurunda gece-gündüz kalması ( günümüzün nârin dervişleri için) biraz da yorucu sayılabilir.

Biz dört seyyah derviş, 30 gün boyunca Anadolu’muzun muhtelif köy, kasaba ve şehirlerinde bulunarak gerçekten çok faydalı, bereketli, feyizli ve ihlâslı bir seyahatimiz gerçekleşti. O günlerde ülkemizin her tarafı anarşi ve terör kıskacında… İnsanlar sokağa çıkmaya bile cesaret edemiyor. Biz ise, Allah’u Teâla’nın izni, kuvvet ve metânetiyle seyâhate çıkmışız, gittiğimiz yerlerde camilerde cehrî zikrullah yapıyoruz… Hatta bazen talep üzerine Rufâi bürhânı da icrâ ediliyor …

Demek oluyor ki, Allah’a dayan, gam yok…

Biz Karabük’ten önce Ankara’ya oradan Kayseri’ye gittik. Her gittiğimiz yerde dergâhlarımızı ziyaret ediyor, kardeşlerimizle hemhâl oluyorduk, Efendi Baba’nın geldiğini duyan Anadolu’nun güzel insanları ziyarete geliyor, sohbetlerden istifade ediyor, zikrullaha iştirak ediyorlardı. Nasibi olanlara istihâre /ders tarifi yapılıyordu…

Toplumda kargaşa, dergâhta huzur vardı…

Kayseri’den Sivas’a geçtik. Hafız Ali Akgül, oğlu Sami Efendi ve Çavuş Ziya Efendiler bizimle çok ilgilendiler, hizmet ettiler. Hatta Sivas Merkeze yakın bir çiftliğe davet ettiler. Burası dört kardeşin birlikte kullanıldığı güzel bir çiftlik idi.

Sivas’ta Paşa Cami… İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Hz.lerinin kabrini ziyaret ettik. Sahabeden Abdulvehhâb Gazi’yi de…

Sonra Erzincan… Otlukbeli… Nihayet Erzurum…

Çavuş Mehmet Aslanoğlu’nun Yunus Emre Mahallesi’ndeki evi… Bu evde mis gibi kekik kokan et kavurmalar, meşhur Erzurum karakovan balı, dişlerinizi sızlatan buz gibi suları… En önemlisi sıcak, güleryüzlü ev sahipleri…

M.Zeki Bedevi ve Terzi Mustafa Çavuş’un da katılımları. Ulu Cami’ye girerken bir Erzurumlu;

-“Hâzâ ! İsa’nın havârileri!”diye iltifat etmişti.

Erzurum’da dolu dolu, feyizli günlerimiz geçti. O günlerde Erzurum’da Yedek Subay olarak askerlik görevini yapan M.Emin Ulusoy’u kışlasında ziyaret etmek istedik. Dışarıda olduğunu söylediler. Ancak daha sonra bizi Yunus Emre Mahallesi’nde buldu. Camide yapılan zikrullahta Efendi Baba M.Emin’in göğsünden şiş bürhanı yaptı.

Erzurum’da Bedevi rehberliğinde ziyaretler… Önce sahabeden Abdurrahman Gazi… Sonra birçok Hak dostları…

Sonra Gümüşhane, Bayburt .. Rufâi- Kadiri Şeyhi Hacı Şaban Efendi’yi ziyaret ettik. Elini öptük, duâsını aldık.

SALYAZI KÖYÜ’ne gittik. Lütfü Doğan’ın babasını evinde ziyaret ettik. İRŞADİ BABA’nın kabrini ziyaret ettik. Bu köyün tamamı Rufâidir.

Gümüşhane’den Trabzon’a zor şartlar altında geçtik. Bazı yerlerde TKP-ML gruplar hâkimdi… Âyete’l Kürsiler okuyarak Trabzon’a ulaşabildik.

Trabzon’dan sonra sahil yolundan Giresun, Ordu ve Samsun’a…

Oradan Havza, Vezirköprü ziyaretleri…

Nihayet Çorum’a Efendi Hazretlerine vâsıl olduk.

Böylece tam bir ay süren manevî seyahatimiz tamamlanmıştı.

Çorum’da Efendi Hazretlerinin izni ile Karabük’e döndük.

Bir hafta sonra 12 Eylül ihtilâli oldu.

12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ’nde RUFÂİLER

Şahin Karataş hatıratında anlatıyor:

12 Eylül 1980 Cuma… Kenan Evren’in sesi ile uyandı o sabah Türkiye!… Caddeler, sokaklar, askerî araçlar, cemseler ve askerler… Minarelerden, Radyo ve TV’den ihtilâl ilânı! Sokağa çıkma yasağı!..

Rap!.. Rap!.. Zorla hizaya çekilen insanlar…

Sanırım İhtilâlin 4. günü idi. Sıkı yönetim Operasyon Ekibi, önce Ahmet Yılmaz Öztürk’ü (evinden) alıp tutuklamış, kitaplarını da almışlar.. Peşinden Hacı Mustafa BOYRAZ Efendimizi ve Nuri TUNCAY’ı derdest etmişler, İlçe Jandarma Komutanlığına götürmüşler. Sorgulama esnasında komutan, Nuri Ağabeye; “Siz Rufâi imişsiniz, Rufâi ne demek? Tarikatınızın gayesi nedir?” diye sormuş. Nuri Abi de; “Bu sorularınızın cevabını en güzel Şahin Karataş verir” demiş.

Askeri tim hemen hareket edip, bizim apartmana (Fevzi Çakmak Mah. Ulusoy Apt.) geldiler. O esnada fakir de, üst katımızdaki ev sahibimiz Hafız Hacı Ahmet Ulusoy dede ile beraberdik. Onunla ikindi namazını cemaatle kılmış, sohbet ediyorduk.

Ekip beni isteyince hemen giyinip, onların getirdiği araçla gözaltına alındım. Jandarma Komutanlığı’nda fakiri ifadeye aldılar. Komutan soruyor, Tahsin Komiser de daktilo ile yazıyordu. Sorulan sorulara çok içten ve cesur bir şekilde cevap veriyordum.

Gece saat 24:00’de bizim evlerimize bıraktılar; “Sabah saat 09:00’da gelin!” dediler. Sabah gittiğimizde dördümüzü Sulh Ceza Mahkemesi hakimine çıkardılar teker teker…

Suç: 677 sayılı Tekke ve Zâviyelerin İlgâsına dair kanuna muhalefet!

Hakim sordu “Sen Rufâi misin?” – Evet Rufâiyim…

Bizim eylemimiz ferdi olmayıp, cemaat eylemi sayıldığından (163.madde) bizim eylemimizin (zikir yapmak) irticâ olduğundan bahisle hakim AĞIR CEZA MAHKEMESİ’ne sevk etti.

Yâ hû biz sadece ‘’illallah!’’ dedik. ‘’Lâ’’ diyen ateistler dışarda, “illâ’’ diyenler Ağır Cezâda!..

Hâsılı Mustafa Boyraz, Ahmet Yılmaz Öztürk, Nuri Tuncay, Şahin Karataş çıktık Ağır Ceza Mahkemesi huzuruna!.. Ağır Ceza Mahkemesi de Zonguldak’ta bulunan Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne görüş soruyor: “Bu dava sivil mahkemede mi, Askeri mahkemede mi görülmeli?”

Zonguldak da ‘’Askeri Mahkeme!’’ demiş…

Böylece bizim dosyamız GÖLCÜK DENİZ KUVVETLERİ ASKERİ MAHKEMESİ’ne sevk oldu.

Bizler de Karabük’ten kalkıp (Elektronikçi Mustafa Abi’nin özel aracıyla) Gölcük’e gittik.

Nizamiye’den geçtik. Sanki Yüce Divan gibi çok gösterişli, ihtişamlı bir mahkeme salonu… Mahkeme heyetinde sanırım dört üst rütbeli subay…

İDDİA: Karabük ve civarında Rufâilik ve Nurculuk faaliyetlerinde bulunmak!

Mahkeme de İçişleri Bakanlığı, MİT, Diyanet İşleri Başkanlığı’na sormuş… Gelen resmi yazılarda Rufâiliğin rejim karşıtı bir eylemlerinin olmadığı, sade bir tasavvufî hayatlarının olduğu belirtilmiş.

Gölcük’e sanırım 3 defa gidip-gelmiştik.

Nihayet bir avukat tutalım dedik. MSP (eski) İl Başkanı olan avukata vekâlet verdik.

Bir-iki yıl sonra davadan BERAAT ettik. İnşallah Mahkeme-i Kübrâ’da da beraat ederiz vesselâm…

MEDRESE-İ YUSÛFİYYE’DE 29 GÜN

07 Kasım 1983 tarihinde Çorum’a Mustafa Anaç Efendi Hazretlerini ziyarete gitmişti. Bu ziyarete Ankara’dan başka Karabük, Sivas, İstanbul, Merzifon, Havza, Konya, Tokat ve Nevşehir’den bir çok dervişan gelmişti. Şeyhü’l meşâyıh Mustafa Çorumî Hazretlerini ziyaret ettikten sonra Çorum’da mukim dervişlerden Ömer DALDAL; Boyraz Efendiler başta olmak üzere tüm misafirlerini kendi evine davet etmişti.

(Merhum) Turgut ÖZAL seçimi kazanmış, ancak henüz hükümeti ASKERÎ YÖNETİM yürütüyor, Sıkıyönetim uygulaması da devam ediyordu.

İşte bütün bu şartlar ortada iken dervişler Ömer DALDAL’ın evinde önce yemek ikramı yapıldı. Namazdan sonra zikir halkası kuruldu. O dönemlerde (Şeyh Efendimizin emri üzerine) toplantılarda bir sehpa üzerinde bir Kur’an-ı Kerim ile Mevlid-i Şerîf kitabı bulunduruluyordu. Âdet üzerine önce mevlidden iki bahir okundu, sonra Zikrullaha geçildi. Toplantı yapılan Ömer Daldal’ın evinin etrafı güvenlik güçleri tarafından sarılarak, içerde bulunanların hepsi muhâsâra altına alındı. Hacı Yâkub Boyraz, Hacı Mustafa Boyraz başta olmak üzere toplam 68 derviş Çorum’da -1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na muhalefet (izinsiz toplanma) suçundan tutuklandılar. Cezaevinde geçen tam 29 gün onların nefsi için zor, meşakkatli de olsa aslında Medrese-i Yusûfiyye eğitimlerini yapmış oldular. Nihayet 07.12.1983 tarihinde Sıkıyönetim Mahkemesi sözkonusu 68 kişi hakkında “Sadece Mevlit Toplantısı için bir araya geldikleri’’ kanaatiyle TAHLİYE EDİLDİLER. Hacı Yâkub Efendi Cezaevinde iken 60 yaşında idi.

ÇORUM CEZÂEVİNDE Sadece Allah-u Tealâ’yı zikir ettikleri için 29 gün tutuklu olanların isimleri: 1.Hacı Yâkub Boyraz 2.Hacı Mustafa Boyraz,3.Ömer Daldal, 4.Metin Balcı 5- Mevlüt Bilgin, 6-Mustafa Ünsün, 7- İhsan Ünüştü 8- Elvan Arıcı, 9- Hacı Mustafa Aladağ, 10-Kadir Acıngil 11-Mustafa Akdağ,12- Osman Değirmenci ,13-Ali Balcı 14-Ömer Kubat, 15-Veysel Kaya, 16-Halil Dilli,17-Halil Orman, 18-Hüseyin Kıdış, 19-Kadir Kılıç, 20-Haşim Okçu, 21-Yusuf Değirmenci, 22-Elvan Koç, 23-Bekir Tosun, 24-Salih Gümüş, 25-İlhan Eser, 26-Sadık Baran, 27-İsmet Yılmaz, 28-Selahattin Küçük,29-Vahit Kılıç, 30-Ahmet … , 31-Necati …,33-Ömer … , 34-…. , 35-Hasan Hüseyin …36-…. , 37-Hasan Büyük, 38-Yahya Polat,39-…. , 40- Hasan Kök, 41-Mehmet Atıcı,42-Dursun Eğilçe, 43-Ahmet Ateş, 44-Şükrü Kılıç,45-Musa Cinli, 46-Vehbi Dinçer, 47-İhsan Aktıraş,48-Osman Eker, 49-Bekir Ünsün, 50-Yılmaz Kayıkçı,51-Halil İbrahim Yorulmaz, 52-Hasan Temel, 53-Ali Uysal,54-Arif Karaca, 55-Ali Yücel, 56-İbrahim Yıldırım,57-Faik Yıldız, 58-Kadir Korkut, 59-Tahsin Ünaldı,60-Ahmet Ekici, 61-Mustafa Boyraz, 62-Ali Yorulmaz,62-Ali Yorulmaz, 64-Harun Reşit … , 65-Mustafa Daldal,66-Ali Aygün, 67-Yakup Akdağ, 68-Mahir Polat

DERGÂHTA VAZİFE TAKSİMİ

1 Mayıs 1993 Cumartesi günü yaptığı toplantıda dergahta çavuşlardan halifeye kadar görev verdiği vazifelileri ilan etti. Bu önemli toplantıyı Şahin KARATAŞ, hatıratında şöyle kaleme almıştır:

Bugün 1 Mayıs 1993 Cumartesi… Merdivenli Mescit’te yeğenim Tuncay’ın düğün merasimi için toplandık. Velime yenildi, dualar yapıldı.

Mescit tüm dervişan ile doluydu. Zikrullah yapıldı ve videoya kayıt edildi. Akşam ezanı okunduğu için H. Mustafa Boyraz efendimiz ‘’Zikir duâsını namazdan sonra yapalım!’’ dedi. Bu şekilde akşam namazını edâ ettikten sonra kayınbiraderim Mustafa KARATAŞ hocamız aşrı şerif okudu, duâ yapıldı.

Efendi Hazretleri eline mikrofonu alıp, çok veciz ve duygusal bir konuşma yaptı, “Bu dünya hayatının fani olduğunu, kendisinin de 63 yaşını idrâk ettiğini, tarikatı aliyyenin bâki olup, emanetleri sahiplerine vermenin gereğini, bu yıl Hacc’a gideceğini, gitmek var, dönüp-dönmemek var, gözüm arkada kalmasın” dedi.

Şimdi isimlerini okuyacağım vazifelileri cemaatimizin huzuruna takdim ediyorum” dedi. “Biliyorum sizler de çok heyecanlısınız. Ama şunu bilin ki, bu listeyi kafamdan yapmadım. Bu konuyla alakalı istihareler, istişareler yapıldı. Dergahımızın büyükleri Şevki Baba ile Safranbolu Dergâhı Babası ile de istişare yaptım. İsimlerini okuduklarım şöyle karşıma dizilsinler.” dedi.

Hiç kimsede çıt yoktu, kalp atışları bile artmıştı. Baba makam kimleri seçmişti. İşte heyecanın bu doruk noktasında isimleri okumaya başladı:

Hasan KÜÇÜK (Halife)

Şahin KARATAŞ (Nakîbü’n Nukâbâ)

Ali AYGÜN (Nakîb)

Hikmet KARATAŞ (Nakîb)

Hasan Şahin (Nakîb)

Yüksel ÜNAL (Nakîb)

Mehmet GÜNGÖR (Nakîb)

Ve Çavuşlar, Sancaktarlar, Dergâh İmamı, Dergâh Babası, Dedeler…

SAFRANBOLU

Burhan ALEVCAN (Nakîb)

İSTANBUL

Fikri UĞUR (Nakîb)

Ahmet HAŞICI (Nakîb)

Yılmaz KÜÇER (Nakîb),

ZONGULDAK

Tevfik ÇINAR (Nakîb)

İşte bu büyük mecliste Hasan Küçük Efendi’ye Hilâfetname törenle verildi. Yine bu mecliste (sadece 2 kişiye) Hasan KÜÇÜK Efendi ile Şahin KARATAŞ’a şiş bürhanı icâzetnamesi verilmiştir. Cenâbı Hak mübârek eylesin.

SEYYİD MUHAMMED MÂLÎKÎ HZ. LERİNE İNTİSÂBI

Mekke-i Mükerreme’de ikâmet etmekte olan ve Kâdirî, Rufâi, Şâzelî, Nakşibendî, İdrisî ve Ticanî tarikatlarının şeyhi olan SEYYİD MUHAMMED MÂLİKÎ Hazretleri; âlim, fâzıl ve tüm İslâm âlemince mâruf bir mürşid-i kâmil idi.

Mâlikî Hazretlerinin Türkiye ziyareti, hem Karabük’te Mustafa Boyraz, hem Ankara’da Yakub Boyraz Efendiler başta olmak üzere tüm ehl-i tasavvufu heyecanlandırmıştı.

1993 yılında Mustafa Boyraz, Yakub Boyraz Efendiler ve cümle Rufâi dervişânı hasret ve iştiyakla bekledikleri Mâlikî Hazretlerine Ankara’da mülâkî oldular… Tıpkı Mevlânâ’nın Şemsi Tebrizî’ye kavuşması gibi…

Bu rûberû (yüzyüze) görüşme sonrası Mustafa Boyraz ve Yakub Boyraz Efendiler kendi aralarında müzâkere ederek Mâlikî Hazretlerine intisab konusunda hem istihâre, hem de istişâre yapmayı kararlaştırdılar. Böylece Mustafa Boyraz, Yakub Boyraz Efendiler ile dergâhın bazı vazifelileri istihâre yaptılar. İstihârelerini kendi aralarında toplanıp anlattılar ve konu ile ilgili istişârelerini yaptılar. Nihayet bu toplantıda Seyyid Muhammed Mâlikî Hazretleri’nin mürşid-i kâmil olarak kabul edilmesi ve O’na intisab edilmesi kararı ittifakla alındı. Zira; manevî işaretler bu kararı aldırmıştı…

Daha sonra Mâlikî Hazretleri ile tekrar biraraya gelindiğinde, Mustafa Boyraz Efendimiz söz alarak konuyu anlattı.

Mâlikî Hazretleri de omuzları üzerindeki yeşil örtüyü alarak, başından aşağı -yüzlerini de örtecek şekilde- kapatıp uzun bir müddet makamlara iltica eyledi. Herkes heyecanlanmıştı. Nihayet yüzündeki örtüyü kaldırarak orada bulunan hâzirûna beşâretle şöyle hitâb etti:

– “Ceddim Muhammed Mustafa (s.a.v) şahittir ki; Hacı Mustafa Türkiye’de şeyhtir!.. Hacı Yakub Ankara’da şeyhtir!..”

Sevinçten gözleri parlayan Mâlikî Hazretleri böyle güzel bir müjdeyi vererek, şeyh tayin ettiği Efendileri teker teker tebrik etti. Devamında yaptıkları veciz bir duâ esnasında gözlerden sel gibi yaşlar akarken, tüm gönüllerde esenlik, ferahlık ve inşirah oluşmuştu…

Mustafa Boyraz Efendi, yed-i sahihli Mustafa Anaç Çorumî’nin halifesi iken, artık yed-i sahihli Seyyid Muhammed Mâlikî Hazretleri tarafından tayin edilmiş bir RUFÂİ-KÂDİRÎ ŞEYHİ idi.

Hacı Yakub Boyraz Efendi de Ankara bölgesinin RUFÂİ ŞEYHİ idi.

Peygamberimiz (s.a.v)’in neslinden gelen bu mümtaz şahsiyetin Ankara’dan sonra İstanbul, Nevşehir, Karabük ve Kastamonu seyahatleri, yine büyük katılımlarla gerçekleşti.

***

Mâlikî Hazretleri, Çorumlu Mustafa ANAÇ Efendimizin ders usulüne sadece “SALAVÂT-I ŞÂZELΔyi ilave etmiştir.

Bu manevî gelişmelerden sonra Mustafa Boyraz Efendimiz müridânı ile birlikte yaptığı Harameyn ziyaretlerinde Mekke’de ikâmet eden Mâlikî Hazretlerini ziyaret ediyor; hem zâhir, hem bâtın ilimler ile mücehhez bu büyük mutasavvıftan istifade ediyordu. Mâlikî Hazretlerinin himmet ve füyûzâtı, dârü’l bekâya irtihâl ettiği 2004 yılına kadar devam etmişti.

Hacı Mustafa Boyraz Efendi, Rufâi-Kâdirî şeyhi olarak Karabük merkezli yapmış olduğu tasavvufî hizmetlerde ehl-i sünnet çizgisinden hiç ayrılmadı. Her fırsatta Anadolu’yu karış karış gezerek tebliğ ve irşad vazifesini ifâ etti.

Karabük Dergâhı artık Türkiye’nin âsitâne dergâhı haline gelmişti. Yurt içinden, yurt dışından gelen ziyaretçilerle dolmakta, misafirler ile manevî ziyafetler paylaşılmakta idi…

BAHADDİN GAZİ EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI’NIN KURULUŞU

Mustafa Boyraz Efendi, Hasan Küçük, Şahin Karataş, Burhan Alevcan ve Celal Karakuş ile beraber 1994 yılında kurucusu olduğu BAHADDİN GAZİ EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI’nın Mütevelli Heyet Başkanlığı görevini hayatının sonuna kadar sürdürdü. Bu vakıf olarak önemli eserler kazanıldı:

  1. Merdivenli Mescit ve Rufâi Dergâhı inşa edildi

  2. Safranbolu-Yazıköy Kilise satın alınarak Cami olarak ibadete açıldı

  3. Dede Yaylası Bahaddin Gazi Türbe ve Külliyesi inşa edildi

  4. Kayabaşı Bahaddin Gazi Kur’an Kursu ve Vakıf Genel Merkezi inşa edildi

  5. Beşbinevler Bahaddin Gazi Kur’an Kursu ve Dergâhı inşa edildi

  6. Esentepe Dergâhı satın alınarak, tefriş edildi,

Her yıl Temmuz ayının ilk Pazar günü Karabük DEDE YAYLASI’nda Geleneksel olarak düzenlenen Bahaddin Gazi Hazretlerini Anma Etkinliklerine mutlaka katılır, uzaktan ve yakından gelen binlerce misafirlerle tek tek ilgilenir, Karabük protokolu bu törenlerde Mustafa BOYRAZ Efendi ile baş başa görüşerek kendisinin hoş sohbetlerinden istifade ederlerdi.Dede Yaylasındaki külliyenin yapımında büyük emekleri olmuştur. Bazen bu inşaata bir amele bazen bir usta gibi mütevazı bir şekilde çalışarak herkeze örnek olmuştu.Vakıflar hizmet beklenilen yerler değil, özellikle fahri ve hasbi hizmetlerin yapıldığı kurumlardır.Hacı Mustafa Efendi bu anlamda model bir şahsiyettir.

İRFAN EĞİTİM ve KÜLTÜR VAKFI’NIN KURULUŞU

Ayrıca İstanbul’da görev yapan Şahin KARATAŞ’a da yeni bir vakıf kurmasını emretti. Şahin KARATAŞ, Hasan BOYRAZ, Ahmet ÜNAL, İsmail DEĞİRMENCİ ve Serdar KURUBAŞ tarafından İstanbul’da da İRFAN EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI adıyla bir vakıf, 2000 yılında kurularak tüzel kişilik kazandı. İrfan Vakfı özellikle matbuat hizmetlerine devam etmektedir.

ŞEB-İ ARUS (HAKK’A KAVUŞMA)

Mustafa Boyraz Efendi için dünya emtiası, bir hiç idi. O ömrünü engin bir gönülle, tevazu ile yaklaştığı insanları Hakk’a, hakikate davet etmekle geçirdi. Her fırsatta Hac ve Umre ziyaretlerini dervişanı ile birlikte yapıyor, onlara model oluyordu.

O, sevgi merkezli bir eğitimi kendine şiar edinmişti. Latîfeyi sever, Latîfe latîf gerek derdi. Nefesini esma-i hüsna ile harcadı. Nihayet her fani gibi O’nun da sayılı nefesleri hitamâ erdi.

Mustafa Boyraz Efendi yerine Hacı Hasan KÜÇÜK Efendi’yi Rufâi Şeyhi olarak (d.1942) bırakarak 24 Temmuz 2017 tarihinde Hakk’a yürüdü. Karabük Kent Meydanı’nda kılınan cenaze namazından sonra Karabük Köyü Kabristanı’na defnedildi. Allah (c.c) rahmet eylesin. O tarihte KARABÜK HABER GAZETESİ’nde yayınlanan haber ve resimler aşağıdadır:

KARABÜK HABER GAZETESİ:

Rufai tarikatının şeyhi Hacı Mustafa Boyraz son yolculuğuna uğurlandı

Tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Rufai Kadiri tarikatının şeyhi ve Bahattin Gazi Vakfı Kurucusu Hacı Mustafa Boyraz, (87) son yolculuğuna uğurlandı. Karabük Eğitim Araştırma Hastanesinde yaklaşık 6 aydır tedavi gören Boyraz, dün hayatını kaybetti.

Cenaze aracıyla hastaneden alınan Boyraz’ın cenazesi, Karabük Kent Meydanı’na getirildi. Hava sıcaklığının 36 dereceyi bulduğu Karabük’te kent meydanında düzenlenen cenaze törenine, Boyraz’ın akraba ve yakınları ile TBMM eski Başkanı ve AK Parti Karabük Milletvekili Mehmet Ali Şahin, Karabük Valisi Kemal Çeber, Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Mehmet Ceylan, Karabük Belediye Başkanı Rafet Vergili, Karabük İl Jandarma Komutanı Cihan Ulukaya, Karabük Emniyet Müdürü Mehmet Emin Akay, Karabük Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Refik Polat, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Karataş ve Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen yüzlerce vatandaş katıldı.

Dergah imamı Yılmaz Kayıkçı tarafından kılınan cenaze namazının ardından Hacı Mustafa Boyraz Karabük Mahallesi aile mezarlığına defnedildi.

Vatandaşlar Boyraz’ın tabutunu taşımak için birbirleri ile yarıştı.

BAZI ANEKDOTLAR

Karabük’ün manevi önderlerinden, Hacı Mustafa Efendi Hazretleri, Karabük’ün ve ilçelerinin unutulmuş manevi şahsiyetlerine vefâ olmak üzere, onları gündeme getirip manen iletişim kurmak anlamında önemli görevler yapmıştır, Allah razı olsun.

Allah dostlarından, Horasan evliyalarından biri de, Safranbolu sınırları içinde bulunan Göğeren (Göğe eren) türbesinde medfun Abdullah Efendi’dir.

Abdullah Efendi’nin türbesi Safranbolu-Bartın yolu üzerinde Orman İşletme Parkının da bulunduğu alan içerisinde, yüksekçe bir tepede, birkaç hanelik bir köyde bulunmaktadır. Her yıl hıdrellez şenlikleri yapılırdı, zannederim halen yapılmaktadır. Bu tür toplantı, anma günleri için Sosyal tesisler yapılmış..

İşte böyle bir hıdrellez (veya panayır) günü, çok kalabalık bir katılımla, Hacı Mustafa Efendi’nin manevi önderliğinde, Göğeren Türbesi’ne varılır. Kurbanlar kesilecek, dualar edilecek, manen teçhiz olunacaktır.

Bundan sonrasını, Karabük’ün tanınmış esnaflarından, Karabük Belediye Başkan Vekilliği de yapmış olan Talât Üçer’den dinleyelim:

Türbeye varmadan önce, Hacı Mustafa Efendi, hazır bulunanlara; “Kabrin başına varınca, bilinen normal mezarlık gibi, “esselamu aleyküm ya ehli kubûr, ve aleykümselam ya ehli dünya” demeyiniz, sadece birinci bölümü söyleyiniz. Yani “Esselamu aleyküm ya ehli kubûr!” deyiniz. “O selamımızı alır. Onlar ölü değildirler. Biz öyle sanırız.” der. Ben de (Talat Üçer) türbeye girince içimden geçirdim ki; “Ölü ölüdür. Ne farkeder. Selam verdim, karşılığını da kendim tekrar verdim. Hacı Mustafa Efendi’nin hilâfına hareket etmiş oldum.”

Akşam eve geldik. Yattık..

Lakin o da ne? Rüyamda, Göğeren türbesindeyim. Türbenin sanduka başlığından sarıklı yerden bu zat çıkıyor, beni dehşetli bir sîgâya çekiyor. Müthiş korku içerisindeyim.. “Sen nasıl olur da bize ölü dersin?” deyip deyip, beni sıkıştırıyor, bunaltıyorlar, darp ediyorlar.. O sırada (yine rüya halinde) Hacı Mustafa Efendi geliyor.. “Lütfen sakin olunuz.. Olmuş bir hata.. Affediniz..” diyerek yatıştırıyor.. O mübârek zât tekrar kabrine giriyor. Uyanıyorum.. Ama, üzerimdeki atlet terden sırılsıklam olmuş.. Sıksam su akacak.. O şekilde.. Anladım ki, bu mübarekler ölü değil, biz ölüyüz.. ..” diye anlatırken, Talât Üçer hâlâ o anı yaşıyor gibiydi.. (Mehmet Ali AKTAR)

* * *

Hacı Mustafa Boyraz anlatır:

Şeyhim, zamanın kutbu idi. Biz Ankara’da ikamet ederken Efendi hazretleri Hacı Yakup Efendi (ağabeyim), Hacı Osman Efendi (Kayserili) ve bu fakiri seyr-i sülûka koydular.

Herkes kendi hücresinde seyr-i sülûk yapıyordu.

Seyr-i sülûkta iken mânâ âleminde bir gün Çorumlu şeyhim Hacı Mustafa Efendi Hazretleri içeri girdi.

Gözlerinden iki nur çıktı. Beni aldı. Arşın üzerine çıkardı, gezdirdi, geri getirdi.

* * *

Yine anlatıyor:

Bir sahadayım. Bir trenden indim. Bir taksi duruyor. Takside ……. Şeyhi ………. Efendi. Çorumlu Efendi Hazretleri:

  • Gel oğlum onun icazeti yok!” dedi.

Beni aldı, götürdü.

Hafif kar yağmış. Bir çimenliğe götürdü.

Az akan su yerden içeceğim burada 6 adet göze var.

Bu Rufâî, bu Kadiri!.. Şimdilik bunlardan iç. Sonra diğerlerinden!..” dedi.

* * *

Yine anlatıyor;

Kızım Necmiye Çorum’a gelin olmuştu. Necmiye’nin bir akrabası bana anlattı:

Çorumlu Efendi Hazretleri, “Arkam sıra gelin!” dedi. Bir merdiven kuruldu. Efendi hazretleri arşı âlâya çıktı. İkinci merdivenden Hacı Mustafa Boyraz Efendi çıktı. Üçüncü merdivenden ise ben çıktım. Lâkin ikinci basamakta kaldım.

Hacı Mustafa Boyraz anlatır:

Allah’ım ziyaretlerinizi kabul etsin. Niyetlerimizi, amellerimize uygun eylesin inşallah. Cenâb-ı Hak (c.c.) Târik-i Muhammediyeden, tariki mustakimden bizleri ayırmasın. Kardeşlik sevgisi, muhabbet bu yolda var. Başka bir yolda bulamazsınız. Çünkü menfaat girer araya. Menfaat girince araya maneviyatı öldürür. Sevgiyi de, muhabbeti de öldürür ve hiç bir şey kalmaz. Maneviyatı ancak madde (yani menfaat) öldürür. Allah, kendisi için birbirini sevenlerden eylesin. Cebrail aleyhisselam, Aleyhisselatu vesselam Efendimiz’i Miraç’ta gezdiriyordu. Cennetten güzel ve büyük köşkler gösterdi. Peygamber Efendimiz aleyhisselam “Bu köşkler, hangi peygamberlerin?” diye sordu. “Hayır, Ya Muhammed. Nebilerin değildir. Bu köşkler senin ümmetinindir. ” dedi. Peygamberimiz aleyhisselam “Ümmetimden hangileri içindir?” diye sordu. “Allah için birbirlerini sevenlerindir.” diye karşılık verdi Cebrail aleyhisselam.

İşte sevgi Allah için olmalıdır. Birbirimize işimiz düşebilir ve hatta olumsuz netice de elde edebiliriz. Ama buna sevgimizi de dahil edip, sevgimize de zarar vermemeliyiz. İnsanlar diyorlar ki; “Ben arkadaşımı çok seviyorum. Ama benim bir işimi bile görmedi”. Böyle deyip sevgiyi bitirmemelidir. Bu sevgi Allah için değildir ki zaten de devam edemedi ve böyle olacağı belliydi.

Allah için seven/sevilen, dünya sevgisini koymamalı kalbine…

Madde lazım. Para da lazımdır. Ne diye lazımdır? Ankara’dan, İstanbul’dan buraya arabayla gelmeye yakıt lazım. Bunlar için lazım olarak kullanmak gerek maddeyi/parayı. Şu gömleğin dışarısında olmalıdır para… Gömleğin altında bir et parçası var. O da kalptir. Kalpte para sevgisi olursa; Allah sevgisi, Rasulullah sevgisi, insanlık sevgisi , maneviyat sevgisi azalır. Para lazımdır, lazım olarak kullanmalıyız. Kaldırıp atılmaz da, sevgisi de kalp içerisine de koyulmaz da…

Allah, sevgisini kalbimizden ayırmasın. Allah hepinizden razı olsun.

Onu dile getiriyor bunu söyleyen zât. Bunu söyleyen zât; serhoş gezer, serhoş yaşarmış. Sivas’ta İsmail Hakkı Toprak Hazretleri varmış. Nakşibendi Şeyhlerinden… O zatın sohbet meclislerine Vekâle ismini verirlermiş. Bir vekâlede toplanmışlar, bunu yazan zâtta girmek istemiş. “Sen serhoşsun, giremezsin” demişler. O zamanlarda evin tavanını ağaçtan yapıp, toprak serpmişler. Tavanda bir insan sığacak kadar pencere varmış. Tavana çıkıp sohbet meclisinin ortasına kendisini atıvermiş. Şeyh Efendi’nin önüne düşüvermiş. Hiç de bir şey olmamış. Cenab-ı Hak muhafaza etmiş. Şeyh Efendi de yüzünü, gözünü silip yanına alıp, oturtturmuş. Sefil Ali, Şeyh önünde tevbe istiğfar etmiş.

Sohbeti esnasında bir ilahi okunur :

Lütfuna muhtacım yüce Penahım
Affına mazhar kıl bari Allah’ım
Baştan ayağa dek dolu günahım
Yalvarırım ağlar hu deyu deyu

Hazan edip soldu baharın rengi
Hakkı sevenlerin bulunmaz dengi
Nefsimle eylerim Kerbela cengi
Yanarım yüreğim su deyu deyu

Nere gidem bu dertli baş ile
Dövmek gerek beni katı taş ile
Seherde dökülen kanlı yaş ile
Ağlarım günahım Hû deyu deyu

Nefse uyup bindim gaflet atına
Dönemedim asla bâtına
Bir gün iletirler Hakkın katına
İşte günahkâr kulun şu deyu deyu

Nice bir zamandır bu gönlüm yasta
Aşkına düşeli ben oldum hasta
Ararken dostu buldum Sivas’ta
Yanıyor yüreğim dost deyu deyu

Mecnun oldum cemalini görünce
Kaybettim aklımı yerli yerince
Affet bizi huzuruna gelince
Sefil Ali‘nin işi bu deyu deyu

***

Burada çok manalı şeyler söylemiş bu zât. “Nefsimle eylerim Kerbela cengi.”. Kerbela cengi o kadar şiddetli olmuş ki; 11 gün su içememiş Ashab-ı Rasulullah, Ehlibeyt-i Rasulullah. İmam-ı Hüseyin Efendimiz 3 defa gitmiş Fırat nehrine… Mervan’ın askerleri de suyun kenarını tutmuş. İmam Hüseyin Efendimiz suyu kabına daldırmış ama kendisi de içmemiş. Geri dönerken, askerler kendisine ok atıp, su kabını delmişler. Böylece kendisine susuz Kerbela cengi yaşattılar. Allah’ım şefaatlerine nail eylesin.

İşte bu beyitleri de O söylemiş. “Ararken dostu buldum Sivas’ta” diyor ya… Demek ki serhoş da olsa içerisinde olduğu için bir şeyler arıyormuş. Cenab-ı Hak öyle tecelli etmiş. Onun için büyükler bir serhoş gördüğü zaman derlermiş ki; “Ya Rabbi bu bir üzüm suyu içmiş, kafasını biraz karıştırıp, hastalanmış. Yarın tevbe istiğfar eder, sana layık bir kul olur. Ya benim halim nice olur?”

Allah dostunun düşüncesi bu. Bir çocuk görse; “Ya Rabbi, bu çocuk büyür, yarın bir gün salihlerden, evliyaullahtan olur. Ya benim halim ne olur?” dermiş. Kendi iyi ve güzel hallerini öne çıkarmamışlar. Daima kendi nefislerine muhalefet etmişlerdir. İşte nefisle yapılan mücadele Kerbela cenginden daha da şiddetlidir.

Hacı Mustafa Boyraz anlatır:

Ben 14-15 yaşlarında idim. Kayseri’de yaşıyordum. Yıl 1944-45 işte. Kale’nin içerisinde dükkanımız vardı. Orada tarikat ehl-i kâmil insanlar bulunurdu. Bir gece bir rüya gördüm. Kalenin burcuna doğru çıkmışım. Timsah gibi bir hayvan kalenin burcuna tırmanıp çıkmaya çalışıyor. Bende tekmeyi vurup timsahları aşağıya düşürüyorum. Onlar aşağı düşünce tekrar yukarı doğru çıkmaya koyuluyorlar. Ben de tekrar tekmeleyip aşağı düşürüyorum. Düştükçe yukarı çıkıyorlar, yukarı çıktıkça da aşağıya tekmeliyorum. Uyandığım zaman öyle bir terlemiş ve suyun içinde kalmışım ki…

Mustafa Amca isminde olgun bir amca vardı. Kendisini ziyaret edip, elini öptüm. “Ben bir rüya gördüm Efendi Baba.” dedim. “Hayırdır, inşallah?” dedi. Kendisine rüyamı anlattım. Rüya şöyledir deyip direkt tabir de etmedi, ama şöyle bir şey anlattı:

“Ben İskenderun’da askerdim. İskenderun’da yeni bir gemi limanı yapıyorlardı. Denizin içine kazık çakarlardı. Bende limanı seyrederdim, kenarda dinlenirdim. Vinç bir demir kazığın üzerine bir ağırlıkla yük vurur ve kazığı denize çakardı. Bende nefsimi vincin tokmağı ile demir kazığın arasına koyardım. Yukarıdan aşağı vinç tokmağıyla vururdum bir de bakardım ki nefsim hâlâ yanımdadır. ‘Yahu az önce vurdum seni, ne çabuk geldin yanıma’ derdim. Ben vururdum o gelirdi, ben vururdum o gelirdi. Bir gaflet zamanımı bulursa hemen beni denizin ortasına fırlatırdı.”

İşte benim rüyamı dolaylı şekilde böyle tabir eylemişti. Nefisle mücadele et demek isterdi. Allah rahmet etsin.

Nefisle mücadele etmek çok mühim. Nefis kendine yarar, dünyayı şirin gösterir. Gençlikte her şey şirin gelir. Haram tatlı gelir. Siz gençsiniz, inşallah bunlarla mücadele edip kazananlardan olursunuz.

İşte büyüklerin kelamları da büyük oluyor. “Beni bir boş bulsa, hemen denize fırlatırdı” diyor…

Hacı Mustafa BOYRAZ Efendinin Kaleminden;

Turuk-ı Âliyye’de İnsanları Vartaya Düşüren

RUHÎ HASTALIKLAR

  1. Makam – mevki hevesi

  2. Haset ve kibir

  3. İhvanı küçük görmek

  4. Üstâdına muhabbet etmemek

  5. Emirsiz usullere birşey ilave etmek

  6. Kendinden üstüne küstahlık etmek

  7. Nisâ taifesiyle çok sohbet etmek

  8. Verilen emire riâyet etmemek

  9. Üstâdı ve büyükleriyle laubâli olmak

  10. Herşeyi ben bilirim demek

  11. Üstâdının ve vazifelinin noksanını aramak

  12. Verilen hizmeti inkâr etmek

  13. Feyiz alamıyorsa, onu kendinden bilmemek

Kendinde olmayan birşeyi varmış gibi konuşmak.

EK-1

Mustafa BOYRAZ
Efendinin

El Yazısı ile Orijinal

İLÂHİ DEFTERİNDEN

1953

EK:2

GÖNLÜM ARZ EDER

Haydın güle güle gidin

Efendime selam edin

Nolur beni alıp gidin

Gönlüm arz eder arz eder.

Herkes pasaport alıyor

Gine gönlüm bulanıyor

Muhammed kokun geliyor

Gönlüm arz eder arz eder.

Poyrazoğlu seni ister

Lütfeyle cemâlin göster

Benden selam söylen dosta

Gönlüm arz eder arz eder.

Dostun cemâlin görmeyi

Gönlüm arz eder arz eder

Beytullah’a yüz sürmeyi

Gönlüm arz eder arz eder

Ben ağlarım zârı zârı

Gönlüm ister hem didârı

Dört cariyar, peygamberi

Gönlüm arz eder arz eder.

Hak yoluna feda bu can

Hakk’a vasıl olmak meram

Sizinle gitmeyi hocam

Gönlüm arz eder arz eder

Gine azdırdım yarayı

Var mı bu derdin kolayı

Hacı Behçet’le kalmayı

Gönlüm arz eder arz eder.

Aşık Ahmet durmaz yanar

Ali Baba sema döner

Çok ağlasam herkes kınar

Gönlüm arz eder arz eder

Sefer ağlar hazin hazin

Ağlamakla görmez gözüm

Ravzasına sürmek yüzüm

Gönlüm arz eder arz eder.

Kardeşle bile gitmeyi

Feyzine feyiz katmayı

Beraber tavaf etmeyi

Gönlüm arz eder arz eder.

EK:3

MEVLÂM EFENDİME YOL VER Kİ GİTSİN…

Dayanılmaz Beyazıt’ın kışına

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin

Gine neler geldi garip başıma

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…

Efendi ihtiyar hem pîr-i fâni

Dosta gitmek ister o nâzik cânı

Hiç dur edilir mi Dosta gideni

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…

Beytullâh’a sürsün nurlu yüzünü

Âşık Mâşûkuna etsin nazını

Rabbim kabul eyle sen niyâzını

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…

İşittim ki hüccâc geri geliyor

Ateş düştü bütün tenim yanıyor

Hudut boyu seller gibi çağlıyor

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…

Amân Allah, amân bu nasıl zulüm

Bağladı hüccâcın kanadın kolun

Resulullah bekler ümmetin yolun

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…

Sen yetiştir Arafat’ta dursunlar

Beytullâh’a yüzlerini sürsünler

Medine’de kırk vaktini kılsınlar

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…

Say etsinler Merve ile Safâ’yı

Eylesinler bizler için duâyı

Allah, emeklerin etmesin zâyi

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…

Bu ne acı idi düştü özüme

Gine düzen verdim kırık sazıma

Ya Rab, sen bak pîr-i fâni yüzüne

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…

Âşık POYRAZOĞLU uzatma sözü

Bu ne ateş imiş yandırdı bizi

Allah kabul etsin hep duâmızı

Mevlâm Efendime yol ver ki gitsin…