Cumartesi ev sahibimle karşılaştım. Geldiğimi görür görmez sordu:
“Lavabolarınız akıyor mu?”
Bu basit soru beni sarsıcı bir uyanıklığa itti. Yeni tıkanışlar geliyor olmasındı. Yoksa bir kez daha o sabır ipine mi sarılacaktım? Burada beklerken yapmam gereken bir sürü işin biriktiğini hissediyor ve havada apayrı bir şeyin kokusunu seziyordum.
Ev sahibimle karşılaşmamın üzerinden çok geçmeden, kuş olayının sırları çözülmeye başladı. Şeyh’in bütün müridlerine tavsiye ettiği, Feridüddin Attar’ın kitabı Mantık’ut Tayr’ı elime aldım. Simurg’un menziline giden yolun meşakkatlerinden ötürü nedamet getiren dudu kuşunun konuşmasına kadar geldim. O ‘kederli bir yüz’le, ‘takatten kesilmiş’ halde huzura gelip özür dileyince, Hüdhüd kuşu ona da bir sürü dil döktü. Hüdhüd’ün söyledikleri arasında bir şey vardı ki beni tâ kalbimden vurdu:
“Yolda kederler içinde çırpınıp durmaktansa, Sevgili yolunda canını hepten vermen daha iyidir.”
Yol üzerindeki yaralı kuş aslında bendim. Dersimin ilk parçası netleşiyordu:
Dünyanın değil, mânânın peşinde ölmelisin. Bu yoldaki arayış, bizi belki de Şeyh Attar’ın öyküsündeki kuşun ölümüyle eş bir ölüme götürecekti:
Kendi kendimizde ölmedikçe, adımız başka bir kişiyle ya şeyle anıldıkça bize hürriyet yoktur. Bu yol, başını başka yaşamaklara vermişlerin yolu değildir.”
Aramadıkça bulamazsın -Aşığın kârı da budur: Sen kör oldukça O’nu arayamazsın ki bulasın. (Mevlana Rumi)
Muhyiddin Şekur, Su Üstüne Yazı Yazmak, Sufi Kitap