RUFÂİ ŞEYHİ Şair Hacı YÂKUB BOYRAZ (1923-10.06.2004)

RUFÂİ ŞEYHİ

Hacı YÂKUB BOYRAZ (1923-10.06.2004)

Yâkub Boyraz 1923 yılında Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Yazyurdu Köyünde doğdu. Babası Abdulkâdim Efendi, annesi Gülnaz Hanımdır. İlkokulu kendi köyünde okudu. Kur’an-ı Kerîm, İlmihâl, Siyer derslerini hem babasından hem köylerindeki hocalarından aldı.

Evlenme çağı geldiğinde Ayşe Hanımla evlendi, bu evlilikten yedi çocuğu oldu.

Babası, amcası (Hamza) ve kardeşleri ile birlikte satın aldıklarını Yazyurdu mezrâsını kendilerine yurt edindiler. İnşaat ustası babası ile beraber evlerini yaptılar, bâkir tarlalardaki taşları tırnaklarıyla ayıklayarak verimli hâle getirdiler. Kardeşi Mustafa (sonra Rufâi-Kâdirî şeyhi) ile beraber ‘’Yâ Rezzâk!’’ esmâsı ile ekin ektiler, hasat mevsimi (Ağustos sıcağında oruçlu oldukları halde) ellerindeki orakla, tırpanla ‘’Yâ Hayy!’’ esmâsı ile de ekinlerini biçtiler… Koyunlarını güderken bâzen yanık türküler, bâzen ilâhiler okuyordu. Dâvûdi sesi ve makamı çok güzeldi.

İLK HİCRET KAYSERİ’YE

1944 yılında ailece Kayseri’ye yerleştiler. Burada dört kardeş, ticaret işiyle meşgul oldular. Kayseri aynı zamanda bir ilim merkezi idi. Kardeşleri ile hem ailesinin rızkı için çalışıyor, hem de zâhirî-bâtınî ilim arayışlarını sürdürüyorlardı.

GENÇLİK YILLARI

1955 yılında sevk-i ilâhi ile kardeşi Hasan Efendiyle birlikte Ankara’ya hicret ettiler. Ankara’da Gülveren semtinde evlerini inşâ ettiler. Burada manevî hayatlarının en büyük izlerini taşıyacak Ankara yılları başlamış oldu. Ankara’da önce Dışkapı semtinde, sonra Samanpazarı mevkii İtfaiye Sokaktaki işyerinde hazır elbise alım-satımı yapıyorlar, namazları Hacı Bayram-ı Velî Camii’nde kılıp, Hz. Pîr’in ve Gül Baba’nın türbesini ziyaret ediyorlardı. O tarihlerde Kayseri’de bulunan canından çok sevdiği kardeşi Mustafa Efendi’ye gönlünde tutuşan manevî ateşten bahsetmiş, bunun üzerine Mustafa Efendi de kendi el yazısı ile bir ilâhi defteri hazırlayarak Yâkub Efendi’ye (Ankara’ya) göndermişti.

ZAMANIN KUTBU ÇORUMLU HACI MUSTAFA ANAÇ EFENDİ’YE İNTİSÂBI

Soğuk, ayazlı bir Ankara akşamında sıcak bir dergâhta buldu kendisini. Burası Çorumlu Rufâî şeyhi Hacı Mustafa Anaç (k.s.) hazretlerine bağlı bir Rufâî Dergâhı idi. Dergâhı o günlerde Esat Efendi (nakîbü’n nukabâ) yönetiyordu. Buradaki zikir meclisinde kendinden geçmiş, aradığı mâneviyâtı bulmuştu. Nihayet bu dergâhın sahibi meşhur Çorum’lu Hacı Mustafa Anaç Efendi’ye mülâki oldu. Çorumlu Efendi Hazretleri altı tarikattan (Rufâî, Kâdirî, Bedevî, Desûkî, Şâzelî, Nakşî) icâzetli, yed-i sahih bir mübârek, bir nur âbidesi, asrın kutuplarından bir zât idi. Yâkub Boyraz Efendi yıllardır aradığını bulmuş; âşık, mâşukuna kavuşmuştu. İçindeki manevî ateşi söndürecek, kendisini Mevlâ’ya vâsıl edebilecek bu mürşid-i kâmile intisap ederek, itminâne erdi. Ankara’da şeyhinin emriyle yıllarca dergâha hizmet etti. Esat Efendi’nin yanında dergâh çavuşu sıfatıyla Ankara’nın kâh kavurucu sıcağında, kâh kara kışında dervişânı kapı kapı gezip toplayarak hasbî olarak çalıştı…

ANKARA’DA İKİ GÖNÜL YILDIZI

Nihayet 1962 yılında Kayseri’deki kardeşleri Mustafa Efendi ile Cuma Efendi de Ankara’ya hicret ederek, aynı mahalleye yerleştiler, birbirine bitişik dört evde dört kardeş yan yana omuz omuza oldular. Böylece gurbet bitmiş, iki deniz birbirine kavuşmuştu.

Böylece Ankara son dönem tasavvufî hayatın en bereketli günlerini yaşamaya başlamıştı. Yâkub Efendi ve Mustafa Efendi camilere, zikir toplantılarına hep beraber gidiyorlar, onların aralarındaki manevî neşe, muhabbet etraflarındaki herkese yansıyordu. Dervişân haftalık sohbetleri ve zikir halkasını iple çekiyordu. Bu toplantılarda Çorumlu Efendi Hazretlerinin emriyle namazlarda imâmet görevi Yâkub Efendi’ye, halkayı zikri yönetme görevi ise Mustafa Efendi’ye, (O’nun tensip buyurması ile de Yâkub Efendi’ye) verilmişti. Hâsılı bu iki can kardeşin anne-baba kardeşliğinin yanında çok samimi, fedâkâr, sevgiyi aşan, gıpta edilecek manevî dergâh kardeşliği sayesinde Ankara Rufâi Dergâhı her geçen gün büyümekte, evler, camiler tıklım-tıklım dolmakta idi. Yâkub Efendi’nin zikrullah esnasında okuduğu ilâhiler, kasideler, mersiyeler hâzırûnu ağlatmakta, gözyaşları sel olmakta idi.

1966’da yıllarca özlem duyduğu ve özlemini şiirlerle ifade ettiği Hacc’a gitti. Her iki kardeş de Hac fârizasını ifâ etmişler; onlar artık Türkiye’de Ankaralı Hacı Yâkub Efendi, Ankaralı Hacı Mustafa Efendi olarak mâruf olmuşlardı. Cennetmekân Çorumlu Hacı Mustafa Anaç Hazretleri Hacı Yâkub Efendi’ye dergâhta “nâkib” görevi ile birlikte “iş bürhânı” yapma icâzetini de vermişti.

Yâkub Efendi ile Mustafa Efendi gerek Ankara’da, gerek Türkiye’nin muhtelif şehirlerinde yaptıkları seyahâtlerde emr-i bil mâruf, nehy-i anil münkeri anlatıp, insanları ehl-i sünnet akidesine ve sûfi hayata davet ediyorlardı. Bu görüşmelerde Yâkub Efendi kâh ağlatıyor, kâh yaptığı nezih nükteleri ile yüzlerde tatlı bir tebessüm sağlıyordu.

MEDRESE-İ YUSÛFİYYE’DE 29 GÜN

07 Kasım 1983 tarihinde Çorum’a Mustafa Anaç Efendi Hazretlerini ziyarete gitmişti. Bu ziyarete Ankara’dan başka Karabük, Sivas, İstanbul, Merzifon, Havza, Konya, Tokat ve Nevşehir’den bir çok dervişan gelmişti. Şeyhü’l meşâyıh Mustafa Çorumî Hazretlerini ziyaret ettikten sonra Çorum’da mukim dervişlerden Ömer DALDAL; Boyraz Efendiler başta olmak üzere tüm misafirlerini kendi evine davet etmişti.

(Merhum) Turgut ÖZAL seçimi kazanmış, ancak henüz hükümeti ASKERÎ YÖNETİM yürütüyor, Sıkıyönetim uygulaması da devam ediyordu.

İşte bütün bu şartlar ortada iken dervişler Ömer DALDAL’ın evinde önce yemek ikramı yapıldı. Namazdan sonra zikir halkası kuruldu. O dönemlerde (Şeyh Efendimizin emri üzerine) toplantılarda bir sehpa üzerinde bir Kur’an-ı Kerim ile Mevlid-i Şerîf kitabı bulunduruluyordu. Âdet üzerine önce mevlidden bir bahir okundu, sonra zikrullaha geçildi. Toplantı yapılan Ömer Daldal’ın evinin etrafı güvenlik güçleri tarafından sarılarak, içerde bulunanların hepsi muhâsâra altına alındı. Hacı Yâkub Boyraz, Hacı Mustafa Boyraz başta olmak üzere toplam 68 derviş Çorum’da -1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na muhalefet (izinsiz toplanma) suçundan tutuklandılar. Cezaevinde geçen tam 29 gün onların nefsi için zor, meşakkatli de olsa aslında Medrese-i Yusûfiyye eğitimlerini yapmış oldular. Nihayet 07.12.1983 tarihinde Sıkıyönetim Mahkemesi sözkonusu 68 kişi hakkında “Sadece Mevlit Toplantısı için bir araya geldikleri” kanaatiyle TAHLİYE EDİLDİLER. Hacı Yâkub Efendi Cezaevinde iken 60 yaşında idi.

ÇORUM CEZÂEVİNDE Sadece Allah-u Tealâ’yı zikir ettikleri için 29 gün tutuklu olanların isimleri: 1.Hacı Yâkub Boyraz 2.Hacı Mustafa Boyraz,3.Ömer Daldal, 4.Metin Balcı 5- Mevlüt Bilgin, 6-Mustafa Ünsün, 7- İhsan Ünüştü 8- Elvan Arıcı, 9- Hacı Mustafa Aladağ, 10-Kadir Acıngil 11-Mustafa Akdağ,12- Osman Değirmenci ,13-Ali Balcı 14-Ömer Kubat, 15-Veysel Kaya, 16-Halil Dilli,17-Halil Orman, 18-Hüseyin Kıdış, 19-Kadir Kılıç, 20-Haşim Okçu, 21-Yusuf Değirmenci, 22-Elvan Koç, 23-Bekir Tosun, 24-Salih Gümüş, 25-İlhan Eser, 26-Sadık Baran, 27-İsmet Yılmaz, 28-Selahattin Küçük,29-Vahit Kılıç, 30-Ahmet … , 31-Necati …,33-Ömer … , 34-…. , 35-Hasan Hüseyin …36-…. , 37-Hasan Büyük, 38-Yahya Polat,39-…. , 40- Hasan Kök, 41-Mehmet Atıcı,42-Dursun Eğilçe, 43-Ahmet Ateş, 44-Şükrü Kılıç,45-Musa Cinli, 46-Vehbi Dinçer, 47-İhsan Aktıraş,48-Osman Eker, 49-Bekir Ünsün, 50-Yılmaz Kayıkçı,51-Halil İbrahim Yorulmaz, 52-Hasan Temel, 53-Ali Uysal,54-Arif Karaca, 55-Ali Yücel, 56-İbrahim Yıldırım,57-Faik Yıldız, 58-Kadir Korkut, 59-Tahsin Ünaldı,60-Ahmet Ekici, 61-Mustafa Boyraz, 62-Ali Yorulmaz,62-Ali Yorulmaz, 64-Harun Reşit … , 65-Mustafa Daldal,66-Ali Aygün, 67-Yakup Akdağ, 68-Mahir Polat

Yâkub Efendi her fırsatta Kur’an-ı Kerîm okuyor, zikir yapıyor, ilâhi ve kasideler söylüyordu.

Yâkub Efendi Hakk’a âşık bir derviş, gönülden gelen esintileri kaleme döken bir şâir, dizelerini özünden besteleyerek okuyan ses ve makam sahibi bir icrâcı idi. Yâkub Efendi’nin yazdığı 18 şiiri Şahin KARATAŞ (1952- ?) DERGÂH İLÂHİLER KASİDELER isimli eserinde POYRAZOĞLU DİVÂNI olarak yayınlamıştı.

SEYYİD MUHAMMED MÂLİKÎ HAZRETLERİNE İNTİSABI

Mekke-i Mükerreme’de ikâmet etmekte olan ve Kâdirî, Rufâi, Şâzelî, Nakşibendî, İdrisî ve Ticanî tarikatlarının şeyhi olan SEYYİD MUHAMMED MÂLİKÎ Hazretleri; âlim, fâzıl ve tüm İslâm âlemince mâruf bir mürşid-i kâmil idi. Mâlikî Hazretlerinin Türkiye ziyareti, hem Karabük’te Mustafa Boyraz, hem Ankara’da Yakub Boyraz Efendiler başta olmak üzere tüm ehl-i tasavvufu heyecanlandırmıştı.

1993 yılında Mustafa Boyraz, Yakub Boyraz Efendiler ve cümle Rufâi dervişânı hasret ve iştiyakla bekledikleri Mâlikî Hazretlerine Ankara’da mülâkî oldular… Tıpkı Mevlânâ’nın Şemsi Tebrizî’ye kavuşması gibi…

Bu rûberû (yüzyüze) görüşme sonrası Mustafa Boyraz ve Yakub Boyraz Efendiler kendi aralarında müzâkere ederek Mâlikî Hazretlerine intisab konusunda hem istihâre, hem de istişâre yapmayı kararlaştırdılar. Böylece Mustafa Boyraz, Yakub Boyraz Efendiler ile dergâhın bazı vazifelileri istihâre yaptılar. İstihârelerini kendi aralarında toplanıp anlattılar ve konu ile ilgili istişârelerini yaptılar. Nihayet bu toplantıda Seyyid Muhammed Mâlikî Hazretleri’nin mürşid-i kâmil olarak kabul edilmesi ve O’na intisab edilmesi kararı ittifakla alındı. Zira; manevî işaretler bu kararı aldırmıştı…

Daha sonra Mâlikî Hazretleri ile tekrar biraraya gelindiğinde, Mustafa Boyraz Efendimiz söz alarak konuyu anlattı. Mâlikî Hazretleri de omuzları üzerindeki yeşil örtüyü alarak, başından aşağı -yüzlerini de örtecek şekilde- kapatıp uzun bir müddet makamlara iltica eyledi. Herkes heyecanlanmıştı. Nihayet yüzündeki örtüyü kaldırarak orada bulunan hâzirûna beşâretle şöyle hitâb etti:

– “Ceddim Muhammed Mustafa (s.a.v) şahittir ki; Hacı Mustafa Türkiye’de şeyhtir!.. Hacı Yakub Ankara’da şeyhtir!..”

Sevinçten gözleri parlayan Mâlikî Hazretleri böyle güzel bir müjdeyi vererek, şeyh tayin ettiği Efendileri teker teker tebrik etti. Devamında yaptıkları veciz bir duâ esnasında gözlerden sel gibi yaşlar akarken, tüm gönüllerde esenlik, ferahlık ve inşirah oluşmuştu…

Mustafa Boyraz Efendi, yed-i sahihli Mustafa Anaç Çorumî’nin halifesi iken, artık yed-i sahihli Seyyid Muhammed Mâlikî Hazretleri tarafından tayin edilmiş bir RUFÂİ-KÂDİRÎ ŞEYHİ idi. Hacı Yakub Boyraz Efendi de Ankara bölgesinin RUFÂİ ŞEYHİ idi.

Peygamberimiz (s.a.v)’in neslinden gelen bu mümtaz şahsiyetin Ankara’dan sonra İstanbul, Nevşehir, Karabük ve Kastamonu seyahatleri, yine büyük katılımlarla gerçekleşti.

Mâlikî Hazretleri, Çorumlu Mustafa ANAÇ Efendimizin ders usulüne sadece “SALAVÂT-I ŞÂZELΔyi ilave etmiştir.

Bu manevî gelişmelerden sonra Yâkub Boyraz Efendimiz müridânı ile birlikte yaptığı Harameyn ziyaretlerinde Mekke’de ikâmet eden Mâlikî Hazretlerini ziyaret ediyor; hem zâhir, hem bâtın ilimler ile mücehhez bu büyük mutasavvıftan istifade ediyordu.

Ankaralı Rufâi dervişleri Hacı Yâkub Efendi’nin Gülverendeki mütevâzı evinin yanına müstakil bir dergâh yaptılar. Burası bir irfan ocağı idi. Ankara’nın mümtaz aydınları, siyasetçileri de bu dergâha uğrar Yâkub Efendi’yi ziyaret eder, duâlarını talep ederlerdi. Aynı zamanda Ankara’ya herhangi bir iş nedeniyle veya sağlık sorunları nedeniyle hastanelere gelenler bu dergâhta barınırlardı.

Canyoldaşı, dert ortağı eşi Ayşe Hanım 19 Nisan 1972 tarihinde Hakk’a yürüdü. Bekar çocuklarını evlendirme, baş-göz etme tamamen kendisine kaldı. O gözlerden dökülen yaşlarla sinesini ferahlatıyordu.

Dünya hayatının zîneti, serveti, mal-ü mülkünde hiç gözü olmadı. 81 yıllık ömrünü Allah yolunda nefes tüketerek geçirdi. Hiçbir zaman kimseye minnet etmeden sade hayatıyla herkese örnek oldu. Misafirleri hiç tükenmezdi. Misafirler için büyük bidonlarla hazırlattığı turşusu meşhurdu. Misafirlere yemek ikramında mutlaka turşu da bulunur, sonra; ‘’Yahu! Turşu iştah açar, misafire turşu verirsen doymak bilmez. Ben yine yanlış yaptım’’ diyerek latife ederdi…

BİR YILDIZ KAYDI

Ömrünün son günlerinde sağlık sorunları oldukça artmıştı. Etrafında toplanan dervişâna; “-Bu fakirin Hakk’a yürüyeceği demler yaklaştı. Bizden sonra Karabük’te kardeşim Hacı Mustafa (Boyraz) Efendi’ye intisab ediniz!” diye vasiyet etti.

10 Haziran 2004 tarihinde Hakka yürüdü büyük bir cemaatle kılınan cenaze namazından sonra Ankara’da BAĞLUM KABRİSTANI’na defnedildi.Allah (c.c.)rahmet eylesin.

ÇERKEZ ŞEYHİ HACI ÖMER LÜTFİ EFENDİ (1849 – 21 Nisan 1924)

Çerkez Şeyhi lakabıyla maruf Hacı Ömer Lütfi Efendi, 1849 yılında Kafkasya’da dünyaya gelmiştir. Babası Absal, annesi Fatma’dır.

Ailesi ve akrabaları, önce Erzurum’un Hasankale ilçesine, oradan Sarıkamış’a, daha sonra da Tokat’ın Batmantaş Köyü’ne yerleşmişler. Akrabası Kurdukzade Mustafa Paşa tahsil amacıyla Ömer Lütfi Efendi’yi İstanbul’a götürmüştür.

Ömer Lütfi Efendi yedi yaşlarında iken rüyasında bir zat “ilim öğrenmek için İstanbul’a gel” demiştir. İstanbul’a gittiğinde medreseye devam ederken Edirneli Şeyh Mehmet Nuri Efendi ile karşılaştığında çok heyecanlanmıştır. Zira yedi yaşında rüyasında kendisini İstanbul’a çağıran zatı bulduğunu farketmiş ve derhal ona intisap etmiştir.
Ömer Lütfi Efendi’nin İstanbul’da medrese ve tasavvuf eğitimi, on bir yıl sürmüştür. Medreseden aldığı ilim icazetine ilaveten 1884 yılında şeyhinden Nakşi, Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeştî tarikatlarından icazet almıştır.

Şeyhinin talimatıyla ilk görev olarak Sivas’ın Aziziye kasabasına bağlı Kazancı Köyü’ne gider. Orada irşat faaliyetlerine devam ederken Evliya Hanımla da nikahlanır. Sonra Alaca’nın Bakırboğazı Köyü’ne, oradan da 1891 yılında Çorum’a taşınır.
Çerkez Şeyhi, hac yolculuğu sırasında eşi Evliya Hanım vefat edince onu oraya defnetmiştir. Dönüşte Karakeçili Mahallesi Alaybey sokaktaki meşhur tekkesini tamamlayarak burada faaliyete başlamıştır. Bu konağın orta bölümünde yüz kişiden fazla cemaatin namaz kılabileceği büyük bir mescit ve çok sayıda misafiren kalabileceği pek çok oda bulunmaktadır.

Hacı Ömer Lütfi Efendi, Nakşibendi tarikatına mensuptu. Başka tarikatlardan icazetli olmasına rağmen o yönüyle biliniyordu.

Çerkez Şeyhi, temiz giyimli, hoş sohbet, ağırbaşlı bir insandı. Çorum ve havalisindeki Çerkezler üzerinde pek olumlu etkiler bıraktı. Onların dini yaşayış ve anlayışlarına yön verdi. Ulu Cami’de zaman zaman vaaz ederdi. Az, öz ve etkili konuşurdu. Onu dinleyen herkes, Şeyh Efendi bu sözleri bana söylüyor, diye düşünmekten kendini alamazdı.
Şiirleriyle  de irşadını sürdürmüştür. Şiirde sanat kaygısından uzak durmuş, irşat için bir araç olarak değerlendirmiştir. Bununla ilgili bazı örnekler de bulunmaktadır.
Çerkez Şeyhi’nin konağında her an ziyaret ve irşat vakti idi. Geleni güler yüzle karşılar, izzet ve ikramda bulunurdu. Mescidinde namaz kılınır, Kur’an okunur, sohbet yapılırdı. Şeyh Efendi, müritlerine ve cemaate İslam ve tasavvufun âdâbını anlatırdı. Onların her haline yön vermeye çalışırdı. Müritleri, gördükleri kerametleri hep anlatırlardı.

Çerkez Şeyhi Hacı Ömer Lütfi Efendi, Milli Mücadele günlerinde hep Ankara Hükümetinin yanında yer almıştır. Halkı cihada teşvik etmiş, kendisi de savaşlara manen katılmıştır. Ahırdaki atının kan ter içindeki halini soran seyisi Haşim Efendi’ye “Oğlum, bu gece düşmanı Sakarya’da bozguna uğrattık” cevabını vermiştir. Kısa süre sonra zafer haberi, Çorum’a da ulaşmıştır.

Devrinde hizmette bulunan diğer şeyhlerle de dostluk ilişkilerini sürdürmüştür. Bunlar arasında en çok Rufâî Şeyhi Hacı Bekir Baba’yla olan sohbet ve hatıraları bilinir.
Ölümünden önce bir Cuma günü, verdiği vaazın son olduğunu tahmin ettiğini belirtmiş ve halkla helalleşmiştir. Ulu Cami’den eve döndüğünde fenalaşmış ve vücudunun sol tarafı tutmaz olmuştur. Elli gün sonra 21 Nisan 1924 Pazar günü Allah’ın rahmetine kavuşmuştur.

Binlerce cemaatin katılımıyla Ulu Cami’de cenaze namazı kılındıktan sonra mahşeri kalabalıkla Hıdırlık Mezarlığı’nın tepesindeki kabrine defn edilmiştir.