SEYYİD AHMED ER RUFÂİ (k.s.)

H. Recep 512 (21 Ekim 1118)’de Bağdat’la Basra arasında kalan Batâih bölgesinde Ümmüabîde köyünde doğdu. Atalarından Rifâa el-Hasan el-Mekkî’den (ö.331/943) dolayı Rifâî nisbesini aldı.

Ahmed er-Rifâî’nin Hz. Hüseyin soyundan gelen bir seyyid olduğunda bütün kaynaklar birleşirler. İmam Mûsâ el-Kâzım’ın oğlu İbrâhim el-Murtazâ neslinden olan ceddi Rifâa el-Hasan el-Mekkî, Karmatîler’in sebep olduğu kargaşa ve isyanlar sırasında Mekke’den İspanya’ya hicret ederek İşbîliye’ye yerleşti. Torunlarından Seyyid Yahyâ, ailesiyle birlikte İşbîliye’den tekrar Hicaz’a dönmüş (450/1058), daha sonra Basra’ya gitmişti. Ahmed er Rifâî’nin babası olan Seyyid Ali bu zatın oğludur; annesi ise Ebû Eyyûb elEnsârî’nin soyundan Fâtıma el-Ensârî’dir. Seyyid Ali, Batâih’e dönerken Bağdat yakınlarında vefat etmiştir (519/1125).

Babası öldüğünde yedi yaşında olan Ahmed er-Rifâî’yi, devrin büyük sûfîlerinden dayısı Şeyh Mansûr el-Batâihî, annesi ve kardeşleriyle birlikte himayesine aldı. Kur’an
öğrenimini ve hıfzını tamamladıktan sonra, devrin âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Ebü’lFazl Ali el-Vâsıtî ve diğer bazı âlimlerden İslâmî ilimleri öğrendi. Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin Şâfiî fıkhı ile ilgili Kitabü’t-Tenbîh’ini okudu. Bu kitaba yazdığı şerh Moğol istilâsı sırasında kaybolmuştur. Vâsıtî ona icâzet verdi (1144) ve hırkasını giydirdi. “ Herkes üstadıyla ben ise talebem Rifâî ile iftihar ederim” diyen Vâsıtî, zâhir ve bâtın ilimlerine sahip bir âlim ve sûfi olduğunu belirtmek üzere O’na Ebü’l alemeyn(iki bayrak sahibi) unvanını verdi. 1147 yılında babasının tekkesinin bulunduğu Karye Hasan’a geldi. Şöhreti her tarafa yayılmıştı. Ahmed er-Rifâî , Vâsıti’nin ölümünden sonra dayısı Şeyh Mansûr el Batâihî’nin terbiye ve irşad halkasına girdi. 1145’te Rifâî’ye hilafet ve şeyhü’ş şüyûh (şeyhler şeyhi) unvanını vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini de tevdi eden Batâihî, Ümmüabîde’deki tekkeye yerleşip müridlerin irşad ve terbiyesiyle meşgul olmasını istedi. Müridlerinin sayısının artması, o bölgede şeyhlerin haset ve kıskançlığına sebep oldu. Rufâi kaynakları müntesiplerinin sayısının 100.000’i aştığını, vefatında cenazesine 900.000’i erkek ve 600.000’i kadının katıldığını yazmaktadır. Ancak birçok iftira, itham ve hakaretlerle karşılaşmasına rağmen, büyük bir sabır ve tevâzu göstererek irşad vazifesine devam etti. Kendisini çekemeyenler Halife Müktefi’ye erkek ve kadın müridlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu iddiasıyla şikâyet ettiler (1155). Durumu yerinde araştırmakla görevlendirilen memur, kanaatlerini halifeye, “Bu seyyid ve müridleri sünnet yolunda değillerse yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir” şeklinde açıkladı. Bunun üzerine Halife, Ahmed er-Rifâî’ye, yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyenbir mektup gönderdi.

1160’ta bazı yakınları ve müridleriyle birlikte hacca gitti. Dönüşte Medine’yi ziyaret etti. Medine uzaktan görününce devesinden inip yürüyerek Ravza-i Mutahhara’ya girdi. Rifâî’nin bu ziyaret sırasında zuhur ettiği ileri sürülen bir kerametiyle ilgili menkıbe oldukça meşhurdur. Rivayete göre, Hz. Peygamber’in kabri önüne gelince “es-Selâmü aleyke yâ ceddî!” (Selam sana olsun Ey Dedem!) diyerek selam vermiş, orada bulunanlar Hz. Peygamber’in “Aleyke’s-selâm ya veledî!”(Selam sana olsun Ey Evladım!) sözüyle selâma karşılık verdiğini duymuşlar; cezbeye gelen Rifâî diz çöküp;

“Fi hâleti’l bu’di rûhi küntü ursilühâ
Tukabbilü’l – erda anni ve hiye nâibeti
Ve hêzihi devletü’l – eşbâhı kad hadarat
Femdüd yemîneke key tehzâ bihe şefeti”

“Uzaktayken gönderirdim ruhumu,
Öperdi O. Benim yerime, mübârek yeri.
Şimdi ise, mukaddes varlığının görüldüğü andır.
Uzat, mübârek elini de, dudağım onu öpme şerefine ersin !…”

mânasına gelen meşhur şiirini okumuş; bunun üzerine Hz. Peygamber’in kabrinden dışarıya nûrânî bir el uzanmış ve Rifâî bu eli öpmüş; aralarında Hayyât b. Kays el-Harrânî ve Adî b. Müsâfir gibi zatların da bulunduğu büyük bir topluluk hadiseye şahit olmuşlardır.

Ahmed er-Rifâî’nin biyografisini yazan müellifler pek çok şahit ismi sayarak bu menkıbeyi mütevâtir bir haber şeklinde değerlendirirler. Gayetü’t-tahrîr müellifi Abdülazîz ed-Dîrînî, Hz.Peygamber’in selama karşılık vermesinin ve kabrinden dışarıya nûranî bir elin uzanmasının mümkün olduğu hakkında devrin kadısına ait bir fetvayı da zikreder. Celâleddin es-Süyûtî bu haberi incelediği eş-Şerefü’l-muhtem adlı risâlesinde hadisenin tevâtür derecesine ulaştığını söyler. Rifâî şeyhlerinden Ebü’l-Hüdâ es-Sayyâdî de bu menkıbe hakkında kâleme aldığı “el-Kenzü’l-mutalsem fî meddi yedi’n-Nebî li-veledihi’l-gavs er – Rifâ’î” adlı eserinde bu menkıbeye yer veren pek çok kitap ve müelliften iktibaslar yapmıştır. Rifâî’ye saygısı ve bağlılığı olanların bu menkıbeyi mütevâtir haber olarak gösterme gayretlerine rağmen, bizzat Rifâî, prensip olarak keramete önem vermemiştir.

Abbâsî Halifesi Müstencid, Ahmed er-Rifâî’ye bir mektup göndererek kendisine nasihat ve tavsiyelerde bulunmasını istedi. Rifâî’nin cevabî mektubunu beğenen halife ona ve dervişlerine birçok hediye gönderdi, bir sene sonra da sarayına davet etti. Halife, maiyetindekiler ve Bağdat şeyhleri ona büyük bir saygı ve ilgi gösterdiler. İrşâdü’l-müslimîn müellifi Fârusî, halifenin onu ikinci ve üçüncü gün yalnız başına saraya davet ettiğini, babasının kabri civarında icra ettiği zikir meclisine kendisinin de katıldığını anlatır. Bu ve benzeri kayıtlardan onun Abbâsî halifelerinden hürmet gören, devrinin tanınmış ve itibarlı bir sûfisi olduğu anlaşılmaktadır.

Ahmed er-Rifâî, şiddetli bir ishal hastalığı sonunda 22 Cemâziyelevvel 578 (23 Eylül 1182)tarihinde vefat etti. Türbesi Bağdat’ın güneyinde Vâsıt yakınlarındadır. Ahmed er Rifâî, hem baba hem de anne tarafından sûfî ve Abbasi devletinde “nakiplik” yapan seçkin bir aileye mensuptu. Baba ve dedesinin Batınî ve Şiî gruplara karşı sünniliği korumakla görevli olmaları, O’nun sünni bir ortamda yetiştiğini göstermektedir.

Seyyid Rufâi önce Şeyh Mansur el Batâihi’nin kardeşi Ebubekir el Vasıtî’nin kızı Hatice en Neccârî ile evlendi. İlk eşinden Fâtıma ve Zeyneb adlarında iki kızı, O’nun 1158’de vefatından sonra evlendiği (ilk eşi Hatice’nin kızkardeşi) Râbia’dan Sâlih adlı bir oğlu olmuş, ancak Sâlih evlenmeden 17 yaşında vefat ettiği (1174) için nesli kızları ile devam etmiştir.Kızlarından Fâtıma’yı (v.1212) kızkardeşinin oğlu Seyyid Ali b.Osman (v.1188) ile evlendirdi. Bu evlilikten İbrâhim el-A’zeb (v.1212) ve Ahmed el Ahdâr (v.1247) adlarında devirlerinde meşhur iki sûfi torunu oldu.

İkinci kızı Zeyneb’i ise ilk kızı olan Fâtıma’nın kocası Ali b.Osman’ın kardeşi Seyyid Abdurrahim b.Osman (v.1207) ile evlendirdi.Zeynep’ten ikisi kız, altısı erkek olmak üzere on torunu olmuştur.Altı torundan İzzeddin Ahmed es-Sayyâd (ö.670/1271) Rifâîyye’nin Sayyâdiyye kolunun kurucusu olup tarikatın Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve Suriye’de yayılmasında tesiri olmuştur. Dedesi Ahmed er Rifâî ve Rifâiyye tarikatından bahseden el Maârifü’l Muhammediyye fi’l Vezâifi’l Ahmediyye adlı bir eser kaleme almıştır. Ahmed er-Rifâî’nin nesli günümüze kadar devam etmiştir. Rifâî aileler Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Mısır, Lübnan gibi ülkelerde bulunmaktadır.

Damadı Seyyid Ali b.Osman (v1188) Ahmed er Rifâî’nin vefatından sonra Ümmüabide’deki tekkenin ilk halifesi olmuştur. İkinci halifesi ise diğer damadı Seyyid Abdurrahim b.Osman (v.1207) ve üçüncüsü ilk damadından torunu Seyyid İbrahim A’zeb (v.1212)’dir.

Bütün kaynaklar pek çok müridi olduğunu, tekkesine hergün binlerce kişinin geldiğini, sabah akşam bunlara yemek verildiğini yazar. Tekkesinin vakıf, hediye ve bağış yoluyla çok büyük geliri olduğu da ifade edilmektedir.

Kaynaklar onu âlim, muhaddis, Şâfiî fakihi ve müfessir bir sûfi olarak tanıtırlar. Ahmed er-Rifâî’nin menkıbe ve eserlerinde görülen tasavvuf ve tarikat anlayışı Kitap ve Sünnet’e tamamen uygundur. Buna göre İslâm, “zâhir” ve “bâtın”ı ile bir bütündür. Bâtın zâhirin özü, zâhir bâtının zarfıdır; zâhir olmasa bâtın da olmazdı. Kalp cesetsiz olmaz, kalbi olmayan ceset ise çürür. Tasavvuf bâtın ilmidir. Tarikat şeriat demektir. Derviş olmak için toplumdan uzaklaşmak gerekmez. Müridler dünyevî meşguliyetlerini terketmeksizin, helâl ve harama dikkat ederek ve gafletten uzak kalmak suretiyle hak yolunda ilerleyebilirler. Tasavvuf baştan sona “edep”ten ibarettir ve bütün edepler Hz. Peygamber’in sünnetine tâbi olarak elde edilebilir.

Kaynakların zül, meskenet, fakr, inkisar ve tevâzu sahibi olarak tanıttıkları Ahmed erRifâî, Allah’a bu faziletlerle vâsıl olduğunu, bunları tasavvufi yolunun birer esası olarak tercih ve tesbit ettiğini söyler. Menkıbeleri içinde onun fevkalâde tevâzuunu gösteren birçok hikâye yer almaktadır. Menâkıbnamelerin, birkaç keramet istisna edilirse hemen hemen daima onun ahlâkını ve insanî münasebetlerdeki tevâzuunu gösteren hikâyelere yer vermeleri dikkat çekicidir. Bu menkıbeler ve eserlerinde ifade edilen fikirler, onun sûfi şahsiyeti ve tarikat pîrleri arasındaki özelliklerini ortaya koyan ana çizgilerdir.

Dört büyük kutubdan biri kabul edilen Ahmed er-Rifâî’nin kutbiyyet makamına Abdülkadir-i Geylâni’den sonra yükseldiğini kaynaklar yazar. Gavsiyyet ve kutbiyyet âleminden kendisine daha önce de teklif edildiği, ancak bu vazifeden affedilmesini istediği, bunun üzerine aynı vazifenin Abdülkâdir-i Geylânî’ye verildiği, onun ölümünden sonra tekrar kendisine tevcih edilince kabul ettiği ve on altı sene bu makamda bulunduğu kaydedilmektedir. (Prof. Dr. Mustafa TAHRALI)

ÜNVANLARI
1- Ebü’l alemeyn (iki sancak sahibi)
2- Gavs-ı âzam
3- Kutb’ül aktab (dört kutuptan biri)
4- Kutb’ül evhâd (biricik kutup)
5- İmâmü’l evliyâ (velilerin önderi)
6- Bahru’ş şerîâ (şeriat denizi)
7- Şeyhü’l ureycâ (topal küçük kızın şeyhi)
8- İmâmü’l ulemâ (velilerin imamı)
9- Şerîf (Hz. Hasan soyundan)
10-Men tâat lehü’l esved ve’l efâi (arslanların, kara yılanların Kendilerine râm olması)
11- Semmâre’l efâî
12- Kutbü’l ârifin (ariflerin kutbu)
13- Gavsü’l vâsılîn
14- Kutb-ı kevneyn
15-Mür’ibü’l efâî (yılanları ürküten)
16- Kutbü’l meşrikayn ve’l mağribeyn (iki doğunun ve iki batının kutbu)
17- Gavsü’s sekaleyn (insanların ve cinlerin gavsı)
18-Muhyi’l milleti veddîn (din ve milleti canlandıran)
19- Alemü’ş şehîr (tanınmış bayrak)

Baba tarafından NESEB-İ ŞERİFLERİ
1- Hz. Ali (r.a.) – 661 (Necef’te)
2- Seyyid Hz. Hüseyin (şehid) – 680 (Kerbela’da)
3- Seyyid Hz. Zeynel Âbidin Ali – 713 (Medine’de)
4- Seyyid İmam Muhammed Bakır -733 (Medine’de)
5- Seyyid İmam Câfer-i Sâdık -765 (Medine’de)
6- Seyyid İmam Mûsâ Kâzım -799 (Bağdat’ta)
7- Seyyid İmam İbrahim el Murtazâ (Bağdat’ta)
8- Seyyid Mûsâ Sâni (Bağdat’ta)
9- Seyyid Ahmed Salih el Ekber (Bağdat’ta)
10- Seyyid Hüseyin Abdurrahman Rıza Bağdadî (Bağdat’ta)
11- Seyyid Hasan Kâsım Ebu Musa (Mekke’de)
12- Seyyid Ebu’l Kâsım Muhammed (Mekke’de)
13- Seyyid Mehdî Mekkî (Mekke’de)
14- Seyyid Hasan Rufâa Mekkî (Mekke’den İspanya’ya hicret etti ve Sevilla’da 943 yılında medfun oldu)
15- Seyyid Ali İşbilî (Sevilla’da)
16- Seyyid Ahmed Murtaza İşbilî (Sevilla’da)
17- Seyyid Ali Hâzım Ebu’l Fevaris İşbilî (Sevilla’da)
18- Seyyid Sâbit İşbilî (Sevilla’da)
19- Seyyid Yahya Mağribî (1058’de Hicaz’a döndü, Basra’ya hicret etti, 1067 yılında medfun)
20- Seyyid Ebul Hasan Ali Mekkî (1066-1125) (Bağdat’ta)
21- Seyyid Ahmed er Rufaî (1118 – 1182) (Basra-Arrufaa)

Annesi Seyyide ve Şerîfe Fâtımatu’l-Ensâriyye (Hazreti Pîr’in anneanesinin babası) tarafından NESEB-İ ŞERİFLERİ
1. Seyyid Ahmed er-Rufâî
2. Vâlide-i muhteremeleri Seyyide ve Şerîfe Fâtıma Ensâri
3. Vâlide-i muhteremeleri Seyyide Râbia
4. Pederleri Seyyid Abdullah et-Tâhir
5. Seyyid Ebû Ali Sâlim
6. Seyyid Ebû Ya’lâ
7. Seyyid Ebu’l-Berekât Muhammed
8. Seyyid Ebu’l-Feth Muhammed
9. Seyyid Emîr Muhammed el-Ester
10. Seyyid Ubeydullah es-Sâlis
11. Seyyid Abdullah
12. Seyyid Ali Sâlih
13. Seyyid Ubeydullah el-A’rec
14. Seyyid Hüseyn el-Asgar
15. İmam Hüseyn Şâh-ı Şühedâ
16. Hz. Fâtıma Zehra (r.anha) ve Hz.Ali (k.v.)
17. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)

Annesi Seyyide ve Şerîfe Fâtıma Ensâriyye’nin Babaanneleri tarafından NESEB-İ ŞERİFLERİ
1. Seyyid Ahmed er-Rufâî
2. Vâlideleri Seyyide ve Şerîfe Fâtıma Ensâri
3. Babaanneleri Şerîfe Alevî
4. Pederleri Şerîf Hasen
5. Şerîf Muhammed
6. Şerîf Yahyâ
7. Şerîf Huseyn
8. Şerîf Kayyîm
9. Şerîf İbrahim Tabataba
10. Şerîf İsmail
11. Şerîf İbrahim
12. Hz.Şerîf Hüseyn Müsenna
13. Hz. Fâtıma ve Hz.Ali
14. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)

Hazreti Pîr’in Annesinin babası cihetinden NESEB-İ ŞERİFLERİ
1. Seyyid Ahmed er-Rufâî
2. Vâlideleri Seyyide ve Şerîfe Fâtıma Ensârî
3. Pederleri Şeyh Yahyâ Neccârî
4. Şeyh Mûsâ Ebû’s-Sa’îd
5. Şeyh Kâmil
6. Şeyh Yahyâ Kebîr
7. Şeyh İmam Sûfî Muhammed b. Ebû Bekr Vâsıtî
8. Mûsa b. Muhammed
9. Muhammed b. Mansûr
10. Mansûr b. Hâlid
11. Hâlid b. Zeyd
12. Zeyd b. Mutt (Eyyûb)
13. Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensâri (EYYÛB SULTAN)

ESERLERİ

1. el-Hikemü’r-Rufâiyye (Terceme: Yaman Arıkan UYANIŞ YAYINEVİ-1985) Tasavvufla ilgilidir. Müridlerinden Abdüssemi el Haşimî’ye ithafen yazılmıştır (1885 Beyrut). Muallim Naci de şerh ederek bastırmıştır (İstanbul 1304). Bu eser şeyh ve mürid adayları konusunda oldukça önemli bir risaledir. Mahmud es Samarrai tarafından tahkik edilmiş ve yayınlanmıştır. Urduca’ya da tercemesi yapılmış ve 1914 yılında Pakistan’ın Belahur şehrinde basılmıştır.

2. el-Burhânü’l-Müeyyed (Rufâiyyenin temel eserlerinden birisidir. Hz. Pîr’in tasavvuf anlayışının esasları bu eserde detaylı anlatılmaktadır. (Terceme: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz-ERKAM YAYINLARI-1985) Sohbetlerinden derlenmiştir. Kitabın ana muhtevası “Tasavvuf” ismiyle kendilerini tanıtan bidatçilerden ve onların bâtıl itikatlarından gerçek tasavvufun uzak olduğu konusudur. Muhtelif baskıları olan bu eserin (İstanbul1301) Türkçe’ye ilk tercemesi Kutsizade Kadri tarafından yapılmış (İstanbul 1313), son yıllarda DELİLLERİYLE MARİFET YOLU / Hasan Kamil YILMAZ adıyla yayınlanmıştır.

3. el-Mecâlisü’s-Seniyye (Terceme: Dr. Ali Can Tatlı ERKAM YAYINLARI-2003) Menakıbnamelerde nakledilen meclislerin sonradan Mustafa Reşit er Rifâi tarafından derlenmiş şekli olup,
7 meclis ihtiva eder. Meclisler tasavvufî sohbetlerden ibarettir. Eser Kutsizade Kadri tarafından terceme edilmiştir (İstanbul 1313).

4. Hadîs-i Erbaîn Şerhi (40 hadis. Hz. Pîr hadisleri; âyetlerle, kıssalarla şiirler ile şerh etmiştir.) (Terceme: Yaman Arıkan-UYANIŞ YAYINEVİ-1985) 40 hadisi kendisinden itibaren Hz. Peygambere kadar ulaşan bir senetle vermektedir (Şam). Risaledeki hadisler Kütüb-ü Sitte ve meşhur hadis kitaplarında mevcuttur.

5. en-Nizâmü’l-Hâs li-ehli’l-İhtisas (Terceme: Yaman Arıkan-UYANIŞ YAYINEVİ-1985) Bu eser tasavvuf ve ahlakla ilgili bir kitaptır. Hindistan ve Şam’daki baskıların dışında Süleymaniye Kütüphanesinde el yazması mevcuttur. Rufâi Hazretleri bu eserin manevî halleri yaşayıp, tattıktan sonra kaleme almıştır. Türkçeye ilk tercemesi Mehmet Nâzım tarafından yapılmıştır (İstanbul 1328).

6. el-Eş’ar (Hz. Pîr Efendimizin şiirlerini ihtiva eder.) Ebul Hüda es Sayyadi’nin Kılâdetü’l Cevâhir adlı geniş biyografik eserde bir araya getirilmiştir. (Kenan RİFÂÎ’nin Ahmed er Rifâî kitabında yayınlanmıştır / 1340 İstanbul)

7. el-Ahzâb ve’l-evrâd Tasavvufla ilgili 663 hizbi toplamıştır. Bu hizibler “el Seyru ve’l Mesai fil Ahzâbi es Seyyid Ahmed er Rufâi” adıyla basılmış olup, halen mevcuttur.

8. Besmele-i Şerif manası (kayıp eser)

9. el Akâidü’r Rufâîyye (Yazma eser) Yakub b. Kerraz’ın talebi üzerine Rufâi Hazretlerinin akâid ile ilgili yazdığı kitaptır.

10. Şerhu’t Tenbih (Şafi fıkhına ait 6 ciltlik eser)

11. Rahiku’l Kevser (Beyrut 1887 / Muhammed Siracettin er Rifâi, ö.1480)

12. El Fecru’l Münir (İstanbul 1300 / Ebul Hüda Es Sayyadi)

13. Kitabu Külliyâtü’l Ahmediyye (Kahire 1316 / Ebul Hüda Es Sayyadi)

14. El Behçe fi’l Fıkh

15. Er Rivâye (kayıp eser)

16. Tefsiru sureti’l Kadr (kayıp eser)

17. Ahzabü’r Rifaiyye (kayıp eser)

18. Et Tarik ilallah (kayıp eser)

TARİKAT SİLSİLESİ
1- Hz. Muhammed (s.a.v.) 571 – 632
2- Hz. Ali (k.v.) 600 – 661
3- Hz. Hasan-ı Basrî 642 – 728
4- Hz. Habib-i Acemî – 748
5- Hz. Davud-i Tâi – 781
6- Hz. Mâruf el Kerhî – 816
7- Hz. Serîes Sekâtî 772 – 865
8- Hz. Cüneyd-i Bağdadî – 909
9- Hz. Ebubekir Şiblî
10- Hz. Ali Acemî
11- Hz. Ebu Ali Rudbârî
12- Hz. Ebu Ali Gulâm b. Tevkân
13- Hz. Ebu’l Fazl b. Kâmih Vâsitî Bağdadî
14- Hz. Ebu’l Feth Aliyyü’l Kâri Vâsıtî Kureyşî – 1145
15- Hz. Pîr Seyyid Ahmed er Rufâî 1118 – 1182

HZ. PÎR’İN HALÎFELERİ
1- Hz. Şeyh Seyyid Ali b. Osman (? – 1188)
2- Hz. Şeyh Seyyid Abdurrahim b. Osman (? – 1207)
3- Hz. Şeyh Seyyid İbrâhim A’zeb (? – 1212)
4- Hz. Şeyh Seyyid Ebu’l-Hasen Ali Harîrî (1153 – 1247 Şam)
5- Hz. Şeyh Fethüddîn-i Mekkî
6- Hz. Şeyh Ömer Ebu’l-Ferec-i Fârisî (yed-i Resulullah’ı gördü)
7- Hz. Şeyh Hayat bin Kays Harrânî
8- Hz. Şeyh Seyyid Mücerred Ekber (Türkistan kutbu)
9- Hz. Şeyh Yakûb b. Kerrâz (Enes b. Mâlik gibi hayatını Hz. Pîr Efendimizin hizmetine adamıştı)
10- Şemseddin Ahmed el Müsta’cil
11- Seyyid Abdussemî el Hâşimî (El bürhân-ül Müeyyed kitabını bizlere nakletti.)
12- Şeyh Seyyid Yunus eş Şeybânî (Sadeddin Cebâvî’nin babası)
13- Şeyh Abdulmelik b. Hamit Musûlî (Ahmet Gazali’nin şeyhi)
14- Seyyid İmaduddin Zencî (Horasan kutbu)
15- Şeyh Seyyid Ali b. Naîm Bağdadî(Halifesi Şeyh Berrî, Ahmed Bedevî’nin şeyhi, Bağdat kutbu)
16- Seyyid Mahmud Hayrânî Rûmî ( – 1269) Akşehir-Konya
17- Şeyh Arslan Dımışkî (Hz. Pîr’e en fazla hizmet edenlerden)
18- Şeyh Ebu Bedr Akîl el Menbücî


HZ. PÎR’İN NESEBİNİN BÂZI BÜYÜKLERİ VE MEŞHUR HALÎFELERİ

Şeyh İzzeddîn Ahmed el-Fârûsî el-Vâsıtî(k.s.) en-Nefhatu’l-Miskiyye adlı kitâbında diyor ki: Seyyid Ahmed er-Rufâî hazretleri Şeyh Mansûr er-Rabbânî’nin kardeşi Yahyâ en Neccârî el Ensârî’nin oğlu Ebûbekir hazretlerinin muhterem kızları Seyyide Hadîce hazretleriyle evlenmişlerdi. Ondan Seyyide Fâtıma ve Seyyide Zeyneb hazretleri doğmuşlardır. Seyyide Hadîce vefat ettikten sonra Hadice’nin kız kardeşi zâhide ve ibâdet eden kadın Sitti Râbia hazretlerini almışlar, ondan Seyyid Sâlih doğmuştur. Seyyid Salih hazretleri hiç evlenmemiş ve babasının hayâtında vefat ederek, atası Yahyâ en-Neccâr‘ın türbesine defn olunmuştur. Hz. Pir (k.s.), Seyyide Fâtıma’yı kızkardeşlerinin oğlu ve amcalarının oğlunun oğlu olan Seyyid Ali b. Osman ile evlendirmiş, ondan İbrahim A’zeb ve Seyyid Ahmed el-Ahdar doğmuştur. Bunların doğumundan sonra Seyyide Fâtıma vefat etmişler ve bu iki çocuğundan başka bir çocuk bırakmamıştır. Muhterem eşleri Seyyid Ali b. Osman ise, Hz. Fâtıma’dan sonra Seyyid Muhammed b. el-Kâsımiyye‘nin kızı Nefise‘yi almış; ondan Seyyid İsmâil, Seyyid Osmân, Seyyide Âişe, Seyyide Zeyneb, Seyyide Hadîce ve Seyyide Fâtıma doğmuştur.

Hz. Pîr (k.s.) kızı Seyyide Zeyneb’i Seyyid Abdürrahîm b. Osmân ile evlendirmiş, ondan Seyyid Şemseddîn Muhammed ve Seyyid Kutbeddîn Ahmed ve Seyyid Ebu’l- Hasan Ali, Seyyid İzzeddin Ahmed, Seyyid Ahmed Ebu’l-Kâsım, Seyyid Ebu’l-Hasan, Seyyide Âişe ve Seyyide Fâtıma doğmuştur. Bu sûretle altı erkek ve iki kız olmak üzere sekiz evlâtları olmuştur.

Seyyide Zeyneb oğlu Şemseddin Muhammed’i, Seyyîd Ali b. Osman‘ın kızı Seyyide Hadîce ile evlendirmiş, ondan Seyyîd Ahmed gelmiş; o da büyümüş, evlenmiş, ondan  Seyyid Ebu’l-Kâsım, Seyyide Hadîce ve Seyyid Abdullah dünyâya gelmiş, sonra Seyyid Kutbeddîn Ahmed b. Zeyneb evlenmiş, ondan Seyyid Necmeddîn Yahyâ ve SeyyideFâtıma gelmiş, Seyyide Zeynep’inüçüncü oğulları Ali el-Muhsin(Seyyid Ebu’l-Hasan) evlenmiş. Ondan Seyyid Şerefeddîn Ebûbekir, Seyyid Ali Ebu’l-Hasan ve Seyyide Âbide doğmuş; sonra Ebû Bekir’den Seyyid Ahmed ve Seyyid Ahmed’den Seyyid Ali gelmiş. Seyyid Ali Ebu’l-Hasan b. Es-Seyyid Abdülmuhsin Basra civarında Harîr kasabasında mekân tutmuş, oradan Şam’a göçerek orada evlenmiş ve birçok soyu olmuştur.

Seyyide Zeyneb’in dördüncü oğulları Seyyid İzzeddîn Ahmed es-Sagîr evlenmiş, ondan Seyfeddîn Osmân’dan başka çocuğu olmamıştır. Beşinci oğulları Seyyid İzzeddîn Ahmed es-Sayyâd, Irak’tan Hicâz’a ve sonra Yemen’e, oradan da Mısır’a giderek Melik Efdal âilesinden biriyle evlenmiş, ondan Seyyid Ali gelmiş. Onu dayılarının yanında bırakıp, Şam’a göçmüş ve nihayet Haleb kasabalarından Metkîn denilen kasabada vefat edinceye kadar kalarak, orada da evlenmiş, Seyyid Mûsâ, Seyyid Sadreddîn Ali, Seyyid Şemseddîn Muhammed ve Seyyid Ahmed Ebû Bekir dünyâya gelmiştir. İzzeddîn Sayyâd, Seyyid Abdürrahîm adındaki oğlunu Irak’ta bırakmıştır.

Şam’da Ahmed İzzeddîn es-Sayyâd hazretlerinin lakapları Ebû Ali, Yemen’de Ebu’l- Hayr‘dır.

Hz. Zeyneb’in altıncı oğulları Seyyid Muhammed Ebu’l-Hasan Ümmü Abîde’de evlenerek, ondan Seyyid Şemseddîn Mııhammed ve ondan da, Seyyid Taceddîn ve SeyyidAhmed Ebu’l-Hüseyn gelmiş ve bunların da çocukları olmuştur.

1. SEYYİD ALİ B. OSMAN (v.1188)

Pîr efendimiz bekâ âlemine göç buyurduklarından sonra, yüce makâmlarına muhteşem imâm, yüksek erdemlerin sâhibi muhterem yeğeni ve damadı Seyyid Ali b. Osmân hazretleri geçmiştir. Seyyid Ali ulu ahlâklı, kerim elli, herkesi içine alan cömertlik sahibi idi. Kendilerine yoksullar geldiği vakit, “Allah’ın ahbâbı ve ahbâbımız geldi, kalkınız, onlardan ve meclislerinden ve bereketlerinden ganîmet olarak alalım” der ve onlarla lezzet alır ve onlara yemekler getirip, türlü türlü tatlılar yedirir ve bizzat hizmetlerinde bulunarak kalplerine sevinç ilhâm ederlerdi. Buyururlardı ki: “Üç şey göze cilâ verir, kuruntuyu giderir, hikmeti arttırır. Onlar da: Kur’ân-ı Kerim’e, ana ile babaya ve yol kardeşlerinin yüzüne bakmaktır.”

Yoksullara ve yol kardeşlerine gizli açık nafaka vermeyi severdi ve “İnsandan üç şey sorulmaz” derdi: ” Bunlar da: Evindeki ailesi, yol kardeşleri ve Allah için verdiği nafakadır.” Seyyid Ali’nin alçakgönüllülüğü, merhamet etmesi, ihsânı ve latifliği çoktu. Kederi, gamı, fikri, hüznü ve acı çekmesi sürekliydi. Hz. Pîr efendimiz, kendilerine buyurmuşlardır ki: “Ey Ali, zengin on rekât namaz kılsa ve yirmi dirhem sadaka verse, yoksul da iki rekât namaz kılsa ve bir dirhem sadaka verse, üstünlük yoksuldadır. Ey Ali dünyâ işleri ve içinde olan şeyler senin indinde önemsiz olmalı ki, işleri sana kolay olsun. Beni Hakk’ın huzûrunda utandırma!”

Seyyid Ali (k.s.) hazretlerinin huzûruna bir gün imtihan için bir fıkıh âlimi geldi. Seyyid Ali fıkıh âlimine: “Mâdemki sohbet etmek istiyorsunuz, birbirimizden sual soralım, yararlanalım.” dediler. Fıkıh âlimi: “Sen âlim ve fıkıh âlimi değilsin, ben senden ne sorayım?” deyince: “Canım zararı yok, sen sor, belki soruna cevap veririm.” dedi. Bunun üzerine fıkıh âlimi: İnne’l-mülûke izâ dahalû karyeten efsedûhâ ve ce’alû e’izzete ehlihâ ezilleten (Neml, 34). Yâni “Pâdişâhlar bir şehre dâhil olduklarında ol köyü harap ve azizlerini alçaltır ve esir ederler] âyetini tefsîr et.” dedi. Seyyid Ali; “Bizim tefsîrimiz üzerine mi, yoksa sizin tefsîriniz üzerine mi tefsîr etmemi istiyorsunuz?” sorusunu sorunca, hukuk âlimi: “Acâyip! Bizim tefsîrimizle sizin tefsîriniz arasında fark var mıdır?” dedi. Seyyid Ali “Evet, vardır” dedi. Fıkıh âlimi “Öyle ise sizin tefsîrinizi istiyorum.” dedi. O vakit buyurdular ki: “El-Melik, büyüklük sâhibi Allah’tır, köy kalptir, orada yer tutmuş olan vatandaşlar da iki yüzlülük, ara bozuculuk, kötü ahlâk, yalan dolan, iftirâ, fesat, azgınlık, kısacası Allah’ın rızâsı aksine olan kötü şeylerdir. İnilecek yeri ifsat ettiler. “Eizze”den murat bu şeytanların şerridir ki, onları melik aşağıladı ve onlara ihanet etti” dedi. Fıkıh âlimi bu açıklamayı işitince, büyük bir hayret ve utançla doğruladı.

Halîfelik süreleri beş sene bir ay devam edip, 584 / 11 Nisan 1188 Çarşamba öğle namazından önce Femüddin’de bekâ evine göç ettiler. Seyyid Yahya Türbesine defnedildiler. Ölüm hastalığında kardeşi oğlu Şemseddîn Muhammed hazırdı. Kendilerine bir iki söz söylemelerini rica etti. Seyyid Ali de; “Yâ Muhammed, Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) efendimiz, Peygamberimiz (s.a.v.) hazretlerine nasılsa, sen de bana öylesin.” dediler. Seyyid Muhammed: “Bu habere kim şâhit oluyor?” deyince: “Baban Abdürrahîm, amcan Abdüsselâm ve dervişlerden müteşekkil başka bir topluluk!” dedi. Orada bulunan dervişler şahit oldular.

2. SEYYİD ABDURRAHÎM b. OSMAN (v.1207)

Büyük kardeşlerinin ölümünden sonra halîfeliğe büyük şeyh, irfan sâhibi Hz. Pîr’in damadı Seyyid Abdürrahîm hazretleri geçti. Kendileri güzel ahlâk ve yüksek iç yapı sâhibiydi. Her halde, Allah’ın hukûkunu gözetir ve dayısının hasletlerine uyardı. Yetimler için şefkatli baba ve dullar için elif gibi doğru eş idi. “Ferah ve kazancım miskin ve yetim ferahlandığı vakittir.” derdi. Yüksek himmet sâhibiydi ve dünyâlıktan elinde olanı ödünç bilirdi. Yoksullara hizmet edenleri özellikle gözetirdi. Güzel ve hazin sesliydi. Şaşkınlık ve şiddetli arzudan doğan iniltisi, göz yaşları çoktu. Kalbi Hak’tan başkasına boşaltılmıştı. Keşfi açık ve huyu yüksekti. Pek çabuk öfkelenen ve râzı olandı. “Yoksul kendi irâdesinden yorulur da bütünlüğü Hak için olursa, Hak da onun için olur. Hakk’a itâat eden kimseye, her şey itâat eder.” buyururlardı. Kendisine: “Sen basîret sahibisin!” diyen kimseye cevap olarak: “Benim basîretim yoktur, lâkin ben de bir kalp vardır ki, her ne murat ederse, Allah’a âit irâdedir,” dedi.

Halifelik süreleri yirmi iki yıldır. Bu süre içinde üç kez sefer ettiler; sonra seferi terk ettiler. Seferi niçin terk ettikleri sorulduğu vakit: “Hak’tan izin almayınca sefer edemem.” dedi. 606 / 12 Nisan 1210 Çarşamba günü sabahı vefat etti. Kendilerini Şeyh Abdülcebbâr ile Şeyh Ebu’ş-Şücâ’ yıkadı ve kardeşi Seyyid Abdüsselâm’ın tekkesine gömüldü.

3. SEYYİD İBRAHİM A’ZEB (v.1212)

Velilerin şeyhi Seyyid Ebû İshak İbrahim A’zeb (k.s.) mübarek amcalarından sonra, halifeliğe geçtiler. Beğenilen ahlâk ve güzel yüz sâhibiydiler. Utanması o derecedeydi ki, kırk yıl başını göğe kaldırmamıştı. Dünyâ yaşayışında aza kanâat eder ve leziz yemeklerden ve nefis içeceklerden nefsini yasaklardı. Fakirdi, hiçbir zaman iki gömleği olmadı. Sarığının uzunluğu bir arşın veya daha azdı. Dulları ve yetimleri korur, gariplerle sürekli olarak sohbet ederdi. Hz. Pîr Rufâî’nin eserleri ile yetinir, seçimi cömertlik ve utanma, sünneti alçak gönüllülük ve sükûnetle boyun eğme, âdeti alçak gönüllülük ve kanâattir. Şeyhlere ve körlere saygı gösterir, dünyâ ehlinden her kim olursa ayağa kalkmazdı. Belli zamanlarda okuduğu duâsı geceleri ağlamaktı. Kendilerinden şan sâhibi bir Peygamberin veya şânı yüce bir ermişin hallerinden sorulsa, söylerdi. Bir gün Hz. İbrahim (a.s.)’dan soruldu. Sıfatını ve niteliğini tarif eyledi, toplantıda bulunmakta olan ilim sahiplerinden bir fakîh: “Biz bu söylediğini kitapta bulmadık ve işitmedik.” demesi üzerine şeyh gülümseyerek, eliyle karşıya işaret etti; fakîh işâret olunan yere bakınca bir sayha eyleyip yüzü üzere düştü. Baygınlığından iyileştikten sonra, fakîhlere Hz. İbrahim (a.s.)’ı gördüğünü söyledi.

İbrahim el-A’zeb hazretleri buyurdular ki: “Kabul edilmiş tövbe, kulun Allah’ından utanarak tövbe etmesi; alçak gönüllülük, hal ve hakikati kimden olursa kabul eylemesi; sabır, belâ ile güzel edep üzere bulunması; rızâ Cenâb-ı Hakk’ın isteyerek seçtiğine kalp ile nazar kılmasıdır.”

İbrâhîm el-A’zeb hazretlerinin elli bin mürîdi vardı. Hilâfet müddeti 7 sene idi. Ümmü Abide’de 610 / 22 Nisan 1212 Pazartesi günü Hakk’a yürüdü ve Hz. Pîr’in türbesine defnedildi.

4. SEYYİD ŞEMSÜDDİN MUHAMMED (v.1222)

Rufâî seyyidlerin babası Seyyid Şemsüddîn Muhammed b. Abdurrahim hazretleri, amca oğullarından sonra halîfe oldular. Kendileri hayâ kaynağıydılar. Asla kerâmet göstermez ve “Kerâmet göstermek derece derece yükseltip sonra felâkete uğratmadır.” derlerdi. İbrâhim A’zeb hazretleri kendileri hakkında: “O bir denizdir ki, sâhili yoktur, onu Allah’tan başkası bilmez.” derlerdi. Hz. Pîr göç buyurdukları vakit, ev halkından her biri mübârek olduğuna inanarak şerefli hırkalarından birer parça aldılar. Seyyid Muhammed’e hissesini almaları teklif olunduğu vakit cevap olarak: “Ben atamdan bir parça hırkaya râzı değilim, ben atamın huyunu isterim.” dedi.

Bağdat’ta kendisinden büyük atalarının menkıbelerini sıfatlandırmalarını ricâ edenlere cevap olarak: “Ben dalı olduğum bir ağacı nasıl vasfa güç bulabilirim?” derdi.

Hilâfet süreleri yedi yıl bir ay devam edip, 619 / 25 Ağustos 1222 Çarşamba günü vefat ettiler. Kendilerini Nakîb Muhammed yıkadı ve ikindi vaktinde mübârek atalarının şerefli türbesine defn olundu.

5. SEYYİD KUTBUDDİN ALİ (v.1238)

Seyyid Muhammed’in vefatından sonra Seyyid Abdurrahim oğlu Seyyid Kutbuddin Ali postnişin oldu. Kendileri muhaddis, âlim, müftü, vâiz, takvâ sâhibi, sînesi selim, kalbi tertemiz, hastalıklar ve dertler, acılar ve elemler sâhibi olup, belâyı nîmetten sayardı. Şerefli âdetleri kazâ ve kadere teslim olmaktı. Hüznü sürekli, ağlayışı çoktu. Yalnız kalmayı sever, tatlı sözlü, güzel yüzlü, hazin sesli ve yanık kalpliydi. Gurur duyması efendisinin kapısında hizmet etmekti. “Ben şeyh değilim, sadece hâdimim” derdi. Halîfelik süreleri on altı yıl bir ay olup, 630/ 23 Aralık 1238 Perşembe günü vefat etti. Kendilerini Şeyh Ahmed b.  Abdurrahman b. Ya’kub el-Kürâz ve Şeyh Hüseyin b. Abdülcebbâr yıkadı. Mübârek atalarının şerefli türbesine defn olundu.

6. SEYYİD NECMEDDİN (v.1243)

Seyyid Necmeddin (k.s.) amca oğullarından sonra halîfeliğe getirildi. Dünyânın teki, yüzyılının eşi olmayanıydı. İleri gelenler, şeyhler, irfan sâhipleri ve gerçeği bilenlerin büyüklerine karşı alçakgönüllülükten seccâdeye oturmazdı; ve “Ben kimim ve neyim ki ârifler sultanının seccâdesinde oturayım?” derdi. Aile ve akrabalarından çok eziyet görürdü. Aile efradı O’na muhalefet ederdi. Dervişler O’nun himmet kanatlarının altında mutluydular. Halîfelik süresi beş yıl bir ay olup, 641/1243 Şâban ayının on dördüncü cuma günü bu dünyâdan göç buyurdular. Kendilerini Nakîb şeyh Mahbûb yıkadı.

7. SEYYİD İSMAİL KEYYÂLÎ (1204-1258)

Büyük şeyh İsmâil el-Keyyâlî b. Seyyid İbrâhîm el-Belhî el-Hüseynî hazretleri yüksek tarîkatı Şeyh Necmeddîn er-Rufâî’den aldı. O da babası Şeyh Kutbeddîn’den, o da babası Şeyh Şemseddîn’den o da amcası Seyyid İbrâhim el-A’zeb’den, o da şeyh Abdürrahîm’den, o da kardeşi Seyyid Seyfeddîn Ali er-Rufâî’den, o da dayısı ve babasının amcası oğlu Seyyid Ahmed er-Rufâî (k.s.)den aldılar.

Seyyid İsmâil Keyyâl Halep’te Ternebe Köyünde otururdu. 1258 târihlerinde orada vefat eyledi.

Seyyid Ahmed İzzeddin es Sayyad Türbesi

8. SEYYİD AHMED İZZEDDİN SAYYAD (1178-1271)

Ondan sonra kutbu’l cevâd Seyyid Ahmed es-Sayyâd (k.s.) hazretleri halifelik makamına geçti. Irak’tan Hicaz’a, Yemen’e, Mısır’a ve oradan Şam’a gitti. Mübarek yaşları kırk sekize gelince, büyük dedeleri Hz. Peygamber (s.a.v.) Hazretlerini ziyaret için Medine’ye gitti ve Medine’den çıktığı yıl halîfe Ebû Abbâs Nureddîn vefat etti. Hz. Peygamber’i ziyaretten sonra haccını yaptı. Yine Medine’ye dönüp, dokuz yıl kadar mücavir kaldı. Orada Sakîfetü’r-Rasâs’a yakın “Ribât-ı Rifâî” adıyla tanınmış olan tekkeyi yaptırdı. Medine’nin hâkimi İbn Nemîletü’l Hüseynî ve imâm Abdülkerîm Muhammed er Râfiî el Kazvînî ve şeyh A’lemüddîn Ali b. Muhammed es Sencâvî ve Tâceddîn el Ebîderî ve diğerleri kendilerinden tarîkat eli aldılar. Sonra manevî işaret üzerine tarîkati yaymak için Yemen’e gittiler. Şeyh Ebû Bekîr el Adenî ve Şeyh Ebû Şükeyl el-Ensârî ve Şerîf Muhammed Alevî ve Şeyh Ebû Bekîr Dincâî ve diğerleri orada kendilerinden tarikatı ahz eylediler.

Orada da pek çok tekke yaptırdıktan sonra Mısır’a döndüler. Mısır’da Hüseynî Mescidinde yedi yıl kaldılar. Âlimler, şeyhler ve ileri gelenlerden çok kimseler kendilerine bağlandılar ve zikir halkalarında ve toplantılarında Cemâleddîn Ebû Amr b. el-Hâcib bulundu. Sibâ mahallesinde bir tekke yaptırıp iki yıl da orada kaldıktan soma Şam’a geldiler. O yıl da meşhur halîfe Ebû Ca’fer el-Mansûr Melik-i Âdil vefat etti. Orada biraz oturduktan sonra Humus’a gittiler. Humus’ta üç yıl kadar oturup, bir tekke yaptırdılar. Orada da birçok zat kendilerinden tarîkatı ahz ettiler. Hattâ bunlar arasında olan şeyh Cemâleddîn b. (Muhammed) el-Emîr, kendilerinden sonra Humus’ta tekkenin şeyhi oldular. 643/1245 târihinde oradan Metkîn’e gidip büyük bir tekke yaptırdı ve orada gömülmüş oldular.

Şeyh Hazretlerinin hüzün, hayâ, gönül alçaklığı ve ağlayışı çoktu. Az söz söylerdi. Güzel sesi vardı, okuduğu vakit dinleyiciler ağlamaktan kendilerini men edemezlerdi. Seyyid İzzeddin Ahmed es Sayyâd Hazretlerinin meşhur duaları, pek çok hizipleri vardır. Halktan ve şöhretten çekindiği halde, iki yüz bine yakın müritleri vardı. Eşi irfan sahibesi, iyi hâtûn Hazrâ Ümmü’l-Hayr’dan Seyyid Sadreddîn Ali, Ali Seyyid Şemseddîn, Seyyid Ahmed Ebû Bekir, Seyyid Mûsâ adlarında dört erkek çocuğu oldu. Soyları Şam’da, Irak’ta, Halep’te ve Bâdiye’de yayılmıştır.

Efendimiz Ahmed es-Sayyâd 670/1271’de vefat ettiler. Doksan altı yıl yaşadılar. Şeyh hazretleri atası er-Rufâî Hazretlerinin göçüşlerinden az önce icazet almışlarsa da, yaşları daha o vakit pek küçük olduğundan, temiz ve yüce soylu ağabeyleri Ebu’l Hasan Abdülmuhsin hazretlerinden kemal buldular ve şeyh Abdülmünim el-Vâsıtî’den İslâm hukuku tahsili görüp tefsir ve hadîs ilimlerini öğrendiler. Sayyâdlık(avcılık)’la tanınmış olmalarının sebebini şöyle rivayet ediyorlar:

Acem Meliki bir gün kendilerini ziyarete gelmişti. Hallerine şaşırarak: “Sizin sanatınızın ve çalışıp kazanmanızın olmadığını işittim; aile ve dervişlerinizin geçimleri için şânınıza yakışacak surette size bir şey tahsis etmek istiyorum.” dedi. Sayyâd ise cevap olarak: “Benim sanatım yok değildir, avcıyım.” dedi ve derhal elini hırkasının altına sokup, ortaya hurma lifleriyle birbirine bağlanmış iki arslan yavrusu attı. Ve“İşte efendim ben bunları şimdi yüksek dağlardan avladım.” dedi, bununla şöhret buldu. Şöhret kazanmayı hiç arzu etmediklerinden Vâsıt’tan ayrılış sebepleri de bu oldu.

9. SEYYİD SALİH (k.s.)

Onlardan biri de Seyyid Ahmed er-Rufâî’nin oğlu dînin kutbu Sâlih (k.s.) hazretleridir. Hazin sesli, sızlanışı şevkli, kerim huy ve selim kalp sâhibiydi. Güzel konuşmasıyla tanınmış, cömertliği ve eli açıklığıyla şöhret kazanmıştı. Babasının sağlığında genç yaşta vefat etti.

Hz. Pîr dedi ki:

  • “Salih gibisi nerede? Yâsîn ve Tebâreke sûrelerini okumadan bir gece geçirmezdi” Yine buyurdu:
  • “Hiç bir kadın, Salih gibi bir oğulun vefatı ile musibetzede olmamıştır.” Vefatından 5 ay sonra Hz. Seyyid:
  • “ Yaşasaydı benimle aynı seviyede olacaktı”

***

Hz. Pîr, (Seyyid Salih’in annesi) muhtereme zevcesi Sitti Rabia’ya Sittü’l Fukarâ (dervişlerin hanımefendisi) ve Ümmü’l Fukarâ (dervişlerin annesi) lakabını vermiştir.

  • “Dervişlerin senin görüşlerine uymaları vaciptir”

***

Hz. Pîr Efendimizin kızı Sitti Zeynep geniş elbise giyerdi. Lezzetli yemek ve içecekleri terk etmişti. Sürekli ibadet ve Kur’an okumakla meşguldü. Terazu yolunu tutmuştu. Seferlerde çok ağlardı. Hz. Seyyid, O’nun hakkında: “İnsanlar benden geriye bir kız kaldığını düşünüyorlar. Oysa benden geriye bir erkek kalmıştır.”

***

Seyyid Muhammed’in hilafeti döneminde Hz. Pîr Efendimizin zevcesi Sittül Fukâra (Rabia) 613 (20 Ocak 1217) de Cuma günü gece yarısı vefat etti. O’nu eşinin yanına defnettiler.

10. SEYYİD ABDUSSELÂM b. ABDURRAHÎM

(Onlardan biri de) yüksek himmetler ve temiz nefis sâhibi Seyyid Abdüsselâm Hazretleridir. Abdusselâm hâllerini ve sırlarını herkesten saklardı. Hiçbir hastaya gitmezdi ki, Allah’ın izniyle o hasta şifâ bulmasın. Çok Kur’an okurdu. Hz. Pîr, O’na “dürre-i yetîme (nadir bulunan inci)” lakabını vermişti. Seyyah dervişler, Hz. Pîr Efendimizden Seyyid Abusselam’ı yol arkadaşı olarak görevlendirmesini rica ettiler. Hz. Pîr onların isteğini kabul etti. Ancak Seyyid Abdurrahim ise çocuğunun kendisinden uzak kaldığı için Hz. Pîr’e gidip ağladı. Efendimiz de Abdusselâm’ı seyyah dervişlerle gitmekten men etti. 680/8 Ağustos 1281 tarihinde kardeşleri Seyyid Ali’nin halîfeliklerinde bu dünyâdan göç eylediler.

11. SEYYİD İZZEDDİN AHMED

Seyyid Abdusselâm’dan sonra çok büyük şeyh Seyyid İzzeddîn Ahmed b. Seyyid Abdürrahîm hazretleri halîfe oldu. Kendileri cömert huy, büyük azim ve selim kalp sâhibiydi. Güler yüzlü ve güzel huyluydu. Dünyanın onun yanında hiç kıymeti yoktu. Kur’an okurken ve musikî dinlerken çok neşeli olurdu. İnsanlar O’nu çok severlerdi. Mübârek atalarının şerefli türbelerine defn olundu.

12. SEYYİD SADREDDİN ALİ (v.1295)

Yüce kutup Seyyid Sadreddîn Ali b. Seyyid İzzeddîn Ahmed es-Sayyâd hazretleri çok vakarlı ve heybetlidirler. Heybetinden yüzüne bakılamazdı! Rengi esmer, başı büyük, alnı geniş, boyu orta, söyleyişi tatlı ve yumuşaktı. “Kerâmet, istikâmettir. Ömür, bulunduğun saattir. Cehâlet lokması zehirdir. Câhilin kederi, karnıdır. Kerâmet gösterme hastalık ve gizlemesi sırdır. Günlerin en güzeli, Allah adını zikrederek oturduğun ve şükür eden olarak kalktığın ve râzı olarak uyuduğun gündür. Bunun da en güzeli, senden Hakk’ın râzı olmasıdır.” sözleri, yüce hikmetlerdendir. 695/1295’te bu âlemden göçtüler. Ve babalarının karşısında şerefli türbesine defn olundu.

13. SEYYİD ŞEMSEDDİN MUHAMMED (1374-1407)

Yüce eren Seyyid Şemseddîn Muhammed b. Seyyid Sadreddîn Alî es-Sayyâdî er- Rufâî, büyük babasından sonra Sayyâdiyye zâviyesinin şeyhiydi. Babaları kendisini bıraktıkları vakit on sekiz yaşındaydı. İlmi ve tarîkati babasından aldı ve meslekine sâlik oldu. 810/1407 târihinde otuz üç yaşında iken vefat etti. Vefâtı temiz atalarının ziyâretine gittiği vakit Basra’nın Vâsıt’ında, Betâyıh’da oldu.

14. SEYYİD ŞEMSEDDİN ABDULKERÎM SAYYADÎ (v.1367)

Seyyid Şemseddîn Abdülkerîm es-Sayyâdi el-Vâsıtî b. Seyyid Sâlih Abdürrezzâk b. Seyyid Şemsî Muhammed b. es-Seyyid Sadreddîn Ali es-Sayyâdiyyü’l-kebîr Abdülkerîm hazretleri, 723/1323’te doğdu. Zamânının en fakîhi, çok bileni ve üstünüydü. Halîm, kerîm, selîm, müstakîm, azimli, eli açık, takvâ sâhibi, temiz ve kısaca zamânının bereketi ve sâhibiydi. 769/1367’de vefat etti. Femüddeyr’de eşinin kabrinde defn olundu.

15. SEYYİD SİRÂCEDDİN SAYYÂDÎ (v.1480)

Sirâceddîn es-Sayyâdî, anneleri Sitti Sa’diyye binti Abdurrahmân el-Mahzûmî sebebiyle “Mahzûmî” demekle tanınmış olup 766/1364’de doğdu. Buyurdu ki: “Şeyh Muhyiddîn Arabî hazretlerinin sözlerinden birini inkârdan sakınınız. Çünkü evliyâ eti zehirlidir. Tasavvuf âlimlerinden birini inkâr etmeyiniz! Kendinizden vazgeçip Hakk’a yönelmeniz başkasından vazgeçmenizden daha uygundur; kendinizle bilişmeniz başkasıyla bilişmeden daha zararlıdır.”

Doksan iki yıl ömür sürdükten sonra, 885/1480’de Bağdat’ta vefat etti.

16. SEYYİD EBU’L HASAN ALİ HARÎRÎ (1153-1247)

Hz. Pîr’in kızı Seyyide Zeynep’in oğludur. Şeyh Ali Ebu’l-Hasan el-Harîrî b. Seyyid Abdülmuhsin ebi’l Hasan Ali b. Seyyid Abdürrahîm el-Kebîr er Rufâî Basra’da Harîr kasabasında otururdu. Oradan Şâm’a hicret ettiler. Doksan yedi yıl yaşadıktan sonra Şam’da vefat etti.

* * *

Bunlardan Şeyh Muhammed el Hadîdî er-Rufâî, 900/1494’te vefat etti.

* * *

Bunlardan Seyyid Receb er-Rufâî el-Kebîr, 690/1291’de Basra’da doğdu. Şeyh Tâceddin b. Seyyid Şemseddîn Muhammed er-Rufâî el-Kebîr’in küçük kardeşi olup, Ümmü Abîde’de otururdu. Rivâk’ı Ahmedî adı verilen tekkenin şeyhi oldu.

* * *

Bundan sonra Muhammed Saîd Efendi b. Seyyid Tâlib er-Rufâî ve Ebû Bekir el- Kebîr er-Rufâî gelir ki, Şâm ve Halep şehirlerinde olan Sayyâdiyye icâzetlerinin hepsi ona kavuşmuş olur.

* * *

Onun bu âlemden göç etmesinden sonra seccâdesine oğlu Seyyid Şeyh Muhammed Hayrullâh Evvel geçti. Ondan sonra oğlu Şeyh Muhammed ve sonra oğlu Şeyh Muhammed Hayrullâh Sânî, sonra kardeşi Seyyid Şeyh el Hâc Ali geldi. O da vefat ettikten sonra, yerine oğlu Şeyh Muhammed Hayrullâh geçti.

* * *

Bunlardan Şeyh Sadreddîn er-Rufâî’nin kardeşleri Şemseddîn Muhammed b. Aclân hazretleri ki, Şâm’da soyu mevcût olup, nakibü’l-eşrâflıklar orada kendilerine babadan oğula ve büyükten büyüğe geçmektedir.

* * *

Bunlardan âriflerin imâmı Seyyid Hüseyin Burhâneddîn b. Seyyid Abdüsselâm kardeşleri Seyyid Ali ve Seyyid Muhammed ile Irak’tan Şâm beldelerine hicret ettiler. Seyyid Hüseyin Burhâneddîn 1096/1684’de doğup, 1146/1733’de vefat etti.

* * *

Bunlardan fazîletli şeyh Ebu’l-Berekât Muhammed b. Hüseyin es-Süveydî Bağdâdî ve Şeyh Abdurrahmân b. Ferec el-Mevsılî ve Şeyh Abdullah b. İsmâil en-Naîmî ve Şeyh Ali et-Tufeyh er-Rehâvi ve Şeyh Ebû Muhammed Artuk el-Hâbûrî ve büyük şeyh Cisrî ve sâlih erenlerin şeyhi “Derviş” denmekle tanınmış Muhammed el-Besâmisî ve şerefli âlim, Şeyh Muhammed el-Ârî el-Erîhâvî b. Seyyid Ahmed ve Şeyh Ahmed es-Sayyâdî el-Melsî ve başkaları da Rufâîye halîfelerindendir.

Seyyid Hüseyin Burhâneddîn’in tanınmış kardeşi Seyyid Ali el-Huzâm idi ki, Numan Köyünden Hıyş’de gömülmüştür.

* * *

Seyyid Ali Şam civarında Havran’da otururdu. Seyyid Hüseyin hazretleri kardeşlerinin ziyâretini özlediğinden ziyâret için yola çıktı ise de, kardeşine kavuşamadan, kardeşleri Seyyid Ali vefat etti. Kardeşinin evine ulaşınca, kendilerinde de mide rahatsızlığı hâsıl olup 1177/1763’de kardeşinden birkaç gün sonra ölümle sonuçlanan dizanteriye tutularak ve şehit olarak göç etti, kardeşinin yanına gömüldü.

* * *

Bunlardan Ebu’l-Berekât Seyyid Muhammed Bahâeddîn Mehdî er-Revâs (1805- 1870) 1839 târihinde Mekke-i Mükerreme’ye gidip bir yıl ve bundan sonra Medine-i Münevvere’de iki yıl kalıp Mısır’da Câmi-i Ezher’e gitti. On üç yılda orada kaldıktan sonra Irak’a gelip Seyyid Abdullah er-Râvî ile buluştu; ondan tarîkat ve hilâfet aldı. Sonra yine seyahate çıkıp Hind, Horasan, Acem ve Türkistan’a gittikten sonra Irak, Şâm, İstanbul, Rumeli, Anadolu ve ondan sonra Hicâz, Yemen, Necid ve Bahreyn’e gitti. Cenâb-ı Hak kendilerini büyük velîlik, ulu menkıbeler, övülecek huylar ile saygı değer kılmıştı. İlim, amel, zühd ve edep olarak vaktin imâmıydı.

RUFÂİYYE TARİKATI’NIN MEŞHUR KOLLARI 

  • Harîrîyye: Pîr Seyyid Ebul Hasan Ali Harirî 1153 – 1247 Şam
  • Sayyâdiyye: Pîr Seyyid Ahmed İzzeddin Sayyâdî 1178 – 1171 Hama
  • İmâdiyye: Pîr Seyyid İmâdeddin Ekber
  • Keyyâliyye: Pîr Seyyid İsmail Meczub Keyyâlî 1204 – 1258 Halep
  • Cendeliyye: Pîr Cendel b. Muhammed Rufâi -1277 Şam
  • Aziziyye: Pîr İzzeddin Abdülazîz b. Ahmed Dîrînî 1216-1295 Kahire
  • Atâiyye: Pîr Şeyh Muhammed Atâiyye Rufâi -14.yy. Kudüs
  • Katnâniyye: Pîr Seyyid Hasan Katnânî -1347
  • Nûriyye: Pîr Nureddin Habîbullah Hadîsî
  • İzziyye: Pîr Ebul Feyz Hüseyin İzzi Mısrî
  • Bürhâniyye: Pîr Burhânettin İbrahim b. Ömer b. Ali -14.yy.
  • Fazlıyye: Pîr Seyyid Cemâleddin Muhammed b. Fazlullah Hindî 1535-1620 Bürhanpûr Hindistan
  • Cemâliyye: Pîr Şeyh Cemâleddin Irakî
  • Sebsebiyye: Pîr Seyyid Süleyman Sebsebî